29 Ekim 2010 Cuma

Referandum Sonuçları Ve Sandık Başı Gözaltılar.


Referandum Sonuçları Ve Sandık Başı Gözaltılar.

   Referandum sonucu genel ve yerel tespitler.



Doğrusunu söylemek gerekirse siyaset anlayışım yerelden genele doğrudur. Yukarıdan aşağıya gelişen siyasi yapılar dikta edilir. Tarhan ERDEM'İN kamuoyu araştırmasının tespitini önemsiyorum. 12 Eylül 2010'daki referandumda, yaklaşık 50 milyon kayıtlı seçmenin 29 milyonu “Hayır”'ya da “Boykot” tercihini kullanarak AKP'nin Anayasa değişiklik teklifine destek vermemiştir. “Evet” diyenlerin sayısı ise 21 milyondur. Türkiye genelinde alınan sonuçlar yüzde 57,9 evet, yüzde 42,1 hayır'dır. Yüzde 42,1 in kime ait olduğu konusunda bir görüş belirtmek istemiyorum. Ama yüzde 57,9'un yüzde 10'u siyasi oy kullanmayanlardır. Buradan bakarsak yüzde 57,9 yüzde 10'u Evet cepheye ait değil. Yüzde 47 oranında olan katı evetçiler var. Geriye kalan kesim ise kimileri ulusal bakış açılarıyla kimileri milliyetçi bakış açılarıyla kimileride boykot cephesinde yer almıştır. Oysa eski statükoya karşı yeni statükocuların dışında bir cephenin oluşturulması şart. 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı referandumuyla karşılaştırdığımda 2010 referandumunda oy kullanmayanların sayısında artış değil, yüzde 10 azalma vardır.21 Ekim 2007'deki referandumda seçmenlerin yaklaşık yüzde 33'ü (14 milyon) sandığa gitmemişti. 12 Eylül referandumunda oy kullanmayanların oranı ise yüzde 21'de (12 milyon) kaldı. Hayır, oranı 1982 anayasa oylamasında yüzde 8 idi. 12 Eylül 2010'da bu oran yüzde 42'ye yükseldi.

Buna da yaşadığımız tekelci ekonominin ve siyasetinde tekelleşmesidir. Siyasette doğrudan demokratik kanallarının açılması demek beraberinde ekonomide tekelciliği terk edecektir. Yüzde 10 barajı hak edilmeyen siyasetin tekelleşmesi anlamına geliyor. Bu yüzden rekabetçi anlayış değil daha bir birini anlayan bir arada yaşama koşullarını bularak olacaktır. Rekabet her zaman bencilliği ve tekelciliği getirir. Doğrudan katılımcı demokratik yöntemlerin oluşması yerelden genele doğru giden bir anlayışla mümkündür. Dayanışma kültürünün mahalleden, demokratik kitle örgütlerinden başlayarak toplumsal, siyasi ve ekonomik olarak sorunlarımızı aşabiliriz.



 Yerelimizdeki referandum sonucuna ilişkin ciddi gelişmeler yaşanıyor. İktidarın maskesi yerelden bakınca çok net görülmektedir.Yerel basının önemi sorumluluğu gün geçtikçe artmaktadır. Devletin kurumlardaki temsilcileri olması gereken doğal çalışmalarını siyasallaştırarak iktidarın değirmenine su taşımaktadırlar ve bunu da yaparken tekelci medya kanallarına çok iyi kullanarak yapıyorlar. Ne kadar sanal âlem yaşatarak olumsuzlukları olumluymuş gibi pazarlarlarsa pazarlasınlar gerçek yaşananlardan kaçamazlar. Referandumun hemen sonrası borsa yükselişi bunu göstermiştir. Cari açık büyümeyle orantılı olduğunu bilmeliyiz. Sıcak para tekelci dünya ve ülke kapitallerinin güdümündedir. Halka yansıyan hiç bir şey yoktur.  Kısaca reel (gerçek) değildir. Akhisarımız da Toplam 119 bin 187 seçmenden 104 bin 530 kişi sandığa giderken, 102 bin 450 oy geçerli sayıldı. Katılım oranının ise yüzde 87.33 olarak kesinleştiği belirtildi. Yereldeki referandum sonuçları merkez ilçede yüzde 60 Hayır yüzde 40 evettir. Beldelerde Hayır yüzde 63 evet yüzde 37 dir.  Köylerimizde ise yüzde 57 evetti yüzde 43 hayır'dır. Genel olarak merkez belde ve köylerimiz de yüzde 57 Hayır yüzde 43 evettir. Referandum öncesi yazdığım yazıda belirtmiştim. Hayır, çıkarsa siyasi rüşvetlere karşı verilen ciddi bir başarı alınacaktır. Evet, en azından yerelimizde hayırcı cephenin bu siyasi rüşvete karşı başarısı önemsenmelidir. Yine referandum öncesi yazımda belirttiğim gibi yüzde 90 kaynağı elinde bulunduran yüzde 10'luk bir kesim evetçi olacaktır. Bunların sayısının da 16 bin civarında olacağını yazmıştım. Evet, cephesinin aldığı oy oranı 44 bin 796 referandum öncesi 9 Eylül günü sosyal yardımlaşmadan 2500 aileye 375 TL verildiğini bir basın açıklamasıyla kaymakamımız duyurmuştur. Yine Akhisar belediyesinin 2500 aileye 40 TL lik erzak kuponu dağıtmıştır. Yine bir başka çalışma Akhisar belediyesi tarafından şirketlere pazarlanmıştır. 4 trilyona mâl olan gölet alanının ramazan ayında 1 ay Manisalı şirkete verildi. Küreselleşmenin getirdiği tüketim toplumunu yaşam alanlarımızı da sardı. Referandumun evet cebesine güçlü göstermek için her akşam etkinlikler düzenlendi Yerel inisiyatiflere yer verilmeden. Yine bir başka kurum olan Manisa özel il idari tarafından tahsis yapılan 6 adet engellilere araçları Akhisar belediyesinde basına duyurularak verilmiştir. Yine referanduma giderken başka bir kurum Kızılay et kavurma dağıttığını basın açıklamasıyla belirtmiştir. Şunu hemen belirtmek isterim kesinlikle yapılan yardımlara karşı değilim. Ama veriliş şekli ve bunların basına duyurulmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Toplam 5 bin aileye yardımları vardır. Bunu 4'le çarptığımızda oy oranının 20 bin olduğudur. Toplam iki kesimden elde edilen oy oranı 36 bin eder bu bir seçim rüşvetiyle elde edilmiştir. Periyodik olarak her yıl bu yardımlar yapılır. Ve gün geçtikçe sayısı artarak devam eder. Sadaka belayı defeder derler kendi adınıza belki doğru olabilir. Ama toplumun tüm kaynaklarını sermayenin insafına bırakarak, yatırım yapmadan siyasi rüşvet (sadaka) verirseniz insanları TEMBELLEŞTİRİR ve CANAVARLAŞTIRIRSINIZ. Ve toplumsal bir sorun olarak önümüzde durur. Oy avcılığı yapar sorunları büyütürsünüz. Ey devlet kurumlarının yetkilileri; gün geçtikçe tekelleşen ekonomik yapımıza ne zaman dur diyeceksiniz? Bu böyle giderse istihdam edici tedbirleri kurumlar kamusal yatırımlar yapmaz ise içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Sizde biliyorsunuz özel sermeyenin dini imanı para'dır. Yani değerleri maddi'dir. Maneviyat yoktur. Daha çok sömürmek için ve yok, etmek için açlık sınırının altında ücret vereceklerdir. Asla askeri ücretle çalışanlara sosyal toplumsal ve ekonomik yaşama hakkı vermeyeceklerdir. Sen devlet ve kurum olarak hakemlik görevini üstlenip halkını koruyucu tedbirler almazsan sonuçları çok ağır olacak günler göreceğiz. Onun içindir ki anti-emperyalist anti-kapitalist mücadele bir zorunluluk olarak gelişmek zorundadır.



Devlet kurumlarını içerisinde son dönemde ayyuka çıkan hükümetin valisi cemaatin kaymakamı olarak mı görev yapıyoruz. Ki bu böyle olduğu açık bir şekilde görülmektedir. Cemaat tarikat bağlantılı devlet kurumlarına torpille insan alınıyor o yüzdendir halk için hizmet eden değil cemaat ve tarikat talimatları doğrultusunda hizmet eden kurumlarımız oluşmaktadır. yüzde 60'lık Hayır oyu Akhisarımız için başarı olduğunu düşünüyorum. Hayır, oylarının büyük bir çoğunluluğunun ortanın solunu bütün yelpazesine ait olduğuna sanıyorum. Bundan dolayı ilerici sol sosyalist demokrat kesimin eleştiri özeleştiri mekanizmasını işleterek yerelde doğrudan demokratik yöntemleri hayata geçirerek Akhisarımız için daha güzel bir gelecek mümkün dür. Oy oranına ilişkin birkaç şey belirtmek istiyorum. 11 Mahallede hayır'ın çıkması sevindirici cemaat tarikat ve tüm kurumlarını gücünü kullanan evet cephesinin ciddi bir başarısızlık söz konusudur. Çiftçinin 25 yıllık yaşadığı olumsuzluk işçileri ve esnafı zor duruma düşürmüştür. Bunun sonucunda yerel kaynaklarımızın doğru harcanmadığını Akhisar halkı görmüştür. Gölet, Belediye binası, Motodrag pisti, Sokaklara taş döşeme, Akhisar sporun bank Asya 1. lige çıkması yüzde 60 kesimini ilgilendirmemektedir. Yerel iktidar bunun yanlışlığını ısrar la görmemektedir. Geri dönüşümü olmayan yatırımlara harcanacak bir kaynağımız yoktur. Yerel yöneticiler Akhisar spor konusunda çok iyi düşünmelilerdir. Halkın kaynaklarını 50 kişilik bir azınlığa aktarmamalıdırlar. Bu güne kadar harcanan paranın hesabını Akhisar halkına vermelidirler. Çünkü harcanan para Akhisar yerelinde yaşayan belediye den hizmet bekleyen 100 bini aşan nüfuzumuzundur. Belediye başkanının ve başkanlarının inisiyatifin de olamaz.



Yazıyı yazmadan birkaç gün öncesi Başbakanın il başkanlarına toplantısındaki yaptığı konuşmasını dinledim seçim politikası yapmadıklarını ve sadece görev icabı araçları kullandıklarını söylüyor. Daha önceleri tüm siyasi partilerin de böyle yaptığını söyleyerek örnek gösteriyor. Evet, Sayın Başbakan doğru söylüyor ve tümünüz aynısızınız.  AKP ve iktidarının iki bakanı (içişleri ve adalet bakanları ) seçim politikası uyguladığı sandık da oy kullandıktan BİR dakika sonra uygulamaları başladı. İki bakanlığın tüm ülke çapında başlattığı gözaltılar. Kimi çek kimi senet kimleri kredi ve kredi kartları nedeniyle mağdur olan vatandaşlarımın oy kullanırken tutuklanmışlardır. Tutuklaması olan kişiler neden tatil günü ve vatandaşı vatandaşla karşı karşıya getirerek bu uygulama yapılmıştır. Sandık başkanı resmen “sivil muhbir” olarak kullanılmıştır. Önceden isimleri işaretlenmiş yerlerin kişiler geldiğinde polisle işbirliği yaparak tutuklatmıştır. Neden bu kişiler referandum öncesi suçlarını bildirerek işlem yapılmamıştır? Neden bu kişiler tatil günü gözaltına alınmıştır? Seçim politikası hayır oyu vermemeleri için yoksa sayısı çok mu? Acaba 8 yıllık iktidarınızda ekonomi korkutucu boyutlara mı çıkmıştır? Yoksa kriz bizi teğet geçmedi mi? Delip geçti mi? Evet tutuklamaların boyutu sanırım çok yüksek Akhisarımız da 203 kişidir. Tüm tutuklananlara geçmiş olsun dilerim.  



Sonuç olarak referandum HAYIR ve BOYKOT'ÇULAR açısından başarılı geçmiştir. Boykotçular kimlik talepleriyle birlikte Kürt sermayesine de sınıf mücadelesinin başlayacağının işaretini vermiştir. BDP referandumun en karlılarındandır. Aynı şekilde Hayır da evete karşı sınıfsal taleplerin öneminin işaretini içinde saklamaktadır. ÖDP, HALK EVİ, TKP ve EMEP sınıfsal çıkarlarını işaret ederek gelecekte ciddi bir blok olma yolundadır.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Darbe Sonrası Muhataplarının İlk Açıklamalar


Darbe Sonrası Muhataplarının İlk Açıklamalar

 


Yazı Dizisi 4 son.  


Darbe ürünü olanlar mı? Darbe karşıtı yoksa muhatapları mı karşıdır? 12 Eylülün tüm olanaklarını kullanan sinsi siyasi yapıların karşıymış gibi gösterilmesi ne kadar inandırıcı? MARSHALL ve NATO anlaşmasından bu yana düzenin savunucuları ve iktidarları tüm darbelerin ve katliamların sorumlularıdır. Ülkenin yönetilmesi emperyalist güçlerin güdümündedir. Düzenin sürekliliği emperyalizmin ve kapitalizmin çıkarınadır.


 Dünya halklarını muhtaç konuma getirerek, hareket alanlarını daraltarak, sadakaya razı ediyorlar. Kimi hatipliği güçlü kişileri de iktidar getirerek sürekli ellerine reçeteler vererek kararlar aldırıyorlar. Gerek yerelde gerekse genelde tüm yönetim yapılarını kendi ihtiyaçların doğrultusunda düzenlemekteler. 24 Ocak kararlarıyla başlayan süreç toplumsal muhalefeti yok etmek için darbe yapılmıştır. Darbe ortamı sağlamak ve meşrulaştırmak için faşist Kenan EVREN 1978 yılında genelkurmay başkanlığına getirilmiştir. Oysa faşist Kenan 27 Mayıs darbesin yapanların başında gelen birine, “subaylığı bırakacağım beni emekli yapın diye torpil istemektedir ”Zaten 27 Mayıs darbesini yapanlar yakın olduğu kişilerdir.  Sivil faşistler ve resmi faşistlerle birlikte tüm direktifleri aldıkları ABD güdümlü kanlı süreç başlamış ve darbe ortamı hazırlanmıştır. Öncesinde kıtlık kara borsa ile halk sömürülmüş ve sonrasında 24 Ocak kararları alınarak darbe yapılmıştır. Dönemin devrimcileri tüm yaşam alanlarına müdahale eden ve halklar yararına kararlar alınır. Gerek sendika gerek dernekler gerekse gençlik ve mahalle örgütlenmeleriyle eşitlikçiliği alternatif olarak sunmuştur. Bunu da kısa sürede başardığı “Fatsa” pratiğini yaşatarak göstermiştir. Sayın darbe ürünü AKP ve darbe döneminde darbecilerin yanında saf tutan sivil faşistler, darbeciler er yâda geç hesabını vereceklerdir. Az kaldı! Sizlerde darbe saflarında durduğunuz için ve kararlarına destek olduğunuz için bu halka hesap vereceksiniz. TEKELCİ anlayışınız tüm dünyada ve ülkemizde vahşiliğini yaşatıyor. Bu ülkenin ve dünyanın hala namuslu insanları var. Nasıl dün sömürüye ve faşizme karşı durduysalar, şimdide karşı duruyorlar. Dünyamızın, ülkemizin ve ilçemizin tüm kaynağını elinde bulunduran yüzde onluk kesim!!!  “böl, parçala, yönet” yönteminiz artık tutmuyor. Farklı inançtan ve farklı kimlikten olanların farklılıklarının güç olma adına zenginlik olduğunu fark ediyorlar.


Hani Kemalist, Türk, Suni, Alevi, Kürt diye böldüğünüz farklılıklar artık sınıf çıkarlarını savunmak zorunda olduğunu biliyor. Artık toplumumuz ezenlerin de farklı kimliklerden farklı inançlardan olduğunu farkındadır. Her farklılık kendi inanç ve kimlik kapitallerine mücadele başlatmalıdır. Bir tek olması gereken bunun devrimci ruhundaki gençlik. Onlarda GEÇLİK MUHALEFETİ ve diğer yapılarla birlikte DEV-GEÇ ruhunu geriye getirerek olacaktır. Gençlik muhalefetinin kullandığı sloganını kullanmak istiyorum.  İSYAN DEVRİM ÖZ-GÜR-LÜK  Ne yollar tükenir ne yolcular ne de yolcuların düşü gençlik gelecek, gelecek sosyalizm.  


Bir sonraki yazı Akhisar yerelimizdeki darbe muhataplarınla yapacağım röportaj yer alacak.


Bu yazı dizisi geçtiğimiz 12 Eylül günü BİR-GÜN gazetesinin pazar ekinde yayınlanmıştır. Ülkemizde yaşayan genç kuşaklar 1988, 1998, 2008 40'lı 30'lu 20'li yaşlarda olan yurttaşlarımız 68 ve 78 kuşağının anlamak ve yorumlamak için okumasını öneriyorum. Güzelim ülkemin, gerçek sahiplerinin kimler olduğunu genç kuşaklarımız bilmelidirler.  

                                                                                                                                     

Darbe sonrası ilk bildiriler


Devrimci Yol, Kasım 1980


12 Eylül 1980 – TKP MK 


“Kurtuluş hareketinin ilgili bildirileri arşivlerde bulunamadığı için hareketin kurucularından Mahir Sayın'ın ağzından o bildirileri ve ele aldıklarını öğreniyoruz:

Boş kısmı tıklayın darbeye karşı yapılan korsan gösteriler 


Türkiye'de 12 Eylül Darbesi ve Devrimci Mücadele
Devrimci Yol, Kasım 1980

Egemen sınıfların 12 Eylül'de resmi güçlerini bütünüyle devreye sokmaları, bir yönüyle de, bu güçlü devrimci direniş hareketi yüzünden, eski yöntemleri ve sivil faşist saldırı çeteleri ile halkı teslim alıp sindirmenin kolay olmayacağını anlamaları ve giderek derinleşen iç savaşın sonunun nasıl biteceği belli olmayan bir yönde geliştiğini görmelerinin de bir sonucu olarak meydana gelmiştir.  Halkın devrimci muhalefeti, devrimci potansiyel, büyük ölçüde henüz örgütsüz bir durumda da olsa muazzam boyutlara ulaşmıştır.  Sol hareket saflarında faşizme karşı güçlü bir birleşik devrimci direniş hareketi oluşturma fikri egemen hale gelmiştir. (Bugün her gruptan, faşizme karşı emekçi halklarımızın özgürlüğü ve kurtuluşu için sonuna kadar savaşmaya kararlı yüzlerce kişi devrimci saflarda birleşerek devrimci mücadele için büyük ve yepyeni bir güç kaynağı yaratmaktadırlar.)

Böylesine geniş boyutlara ulaşan bu olumlu gelişmelerin, devrimci mücadeleyi (bunalımdan devrimci bir çıkış yoluna doğru) daha üst noktalara sıçratabilecek şekilde geliştirilebilmesi, işaret ettiğimiz olumsuzlukların zararlı etkilerinin giderilebilmesine, devrimci hareketin eksiklerinin tamamlanabilmesine bağlıdır.

Bu konuda, bugüne kadar, hangi grubun safında bulunmuş olursa olsun, kendisini halkına ve devrime adamış herkese önemli görevler düştüğüne şüphe yoktur. Bugüne kadar hiç kimseye faydası olmadığı yeterince anlaşılmış olması gereken sakat eğilimler, düşmanca tutumlar, rekabetçi anlayışlar artık kesinlikle bir tarafa bırakılmalıdır. Devrimci hareketin, burjuvazinin amansız saldırılarıyla yüz yüze olduğu bir dönemde, süratle ve mutlaka toparlanması, halkımızı açlığa ve zulme mahkûm etmeye çalışan, alçakça cinayetler işleyen cuntaya karşı güçlü bir birleşik DEVRİMCİ DİRENİŞ CEPHESİ' NİN oluşturulması kesinlikle gerekli hale gelmiştir. Cuntanın her cinayeti, her saldırısı, bu yöndeki bir birlik ve mücadele çağrısı olmalıdır.

Cunta mutlaka yenilecektir. Çünkü uzun vadede başarıya ulaşma şansları ve uygulamaya çalıştıkları politikaların başarıya ulaşabilmesinin koşulları hemen hiç yok gibidir.

Bunu kendileri de biraz gördükleri için olsa gerek, telaş içinde saldırmaktadırlar. Her halde bir an evvel, kısa vadeli de olsa bazı 'başarılar' elde etmenin, sonucu değiştirebileceğini sanmaktadırlar. Oysa (bugün için alternatifsiz olmaları, ilk anda, darbenin yarattığı şokun sonucu kitlelerin cuntaya karşı tepki göstermekten çekinmeleri, küçük burjuva çevrelerinin cuntaya karşı can güvenliğinin sağlanacağı, ekonomik - sosyal sıkıntıların giderileceği şeklindeki bazı beklentiler içinde bulunması gibi nedenlerle) bazı kısa vadeli başarılar elde edebilseler bile, bu, onların geleceğini değiştirmeyecektir. Darbenin yarattığı şaşkınlık süratle dağılmaktadır. Küçük burjuva kesimlerin beklentileri cuntanın varlık nedeni olan Turgut Özal'ın IMF patentli '24 Ocak kararları' doğrultusunda sönmektedir, ekonomik-sosyal sorunlar konusundaki kabiliyetlerinin sokaklardaki işportacıları kovalamakla sınırlı olduğu görülmektedir; 12 Eylül öncesinde faşist terörün yarattığı gergin havanın sivil faşist çetelerin ortadan çekilmesi sonucu yumuşaması sonucunda kitlelerde meydana gelen kısmi rahatlama, cuntanın cinayetleri -işkenceleri- katliamları ile giderek bozulmakta, onun yerini cuntanın terörist baskısı almaktadır... Sonuç olarak ilk başta cuntanın kısmen lehine olan geçici hava ve yanılsamalar dağılmakta, bunun yerine hâlâ birçoklarının yüksek sesle söylemeye çekindiği güçlü bir muhalefet yükselmektedir. Cunta bu yüzden bütün umudunu devrimci hareketleri kısa vadede ezmeye bağlamıştır. Kısa sürede ne kadar çok adam yakalar, ne kadarını işkence ile, asarak, kurşuna dizerek öldürebilirse o kadar çabuk başarıya ulaşabileceklerini sanmaktadırlar. Bu yüzden telaş içinde saldırıyorlar: İki ayda onlarca yurtseveri işkence odalarında öldürdüler, 3 kişiyi astılar, onlarca kardeşimizi dağlarda, sokaklarda katlettiler; yasa, hak-hukuk vs. hiçbir şey dinlemeden asıp kesiyorlar.

Cunta, emekçi halklarımıza karşı çirkin bir hareket, adi bir saldırıdan başka bir şey değildir. Halka her türlü hakareti, her türlü zulmü uygulamaktan çekinmiyorlar. Belediye başkanlıklarını, muhtarlıkları bile halkın elinden zorla gasp ederek, yerlerine emekli generalleri, emekli albayları getiriyorlar. Bu kokuşmuş sömürü düzenini, bir avuç soyguncunun saltanatını, adeta açıkça bütün bir halkı asker postalları altında ezerek, süngü zoruyla ayakta tutmaya çalışıyorlar. Böyle bir şeyi elbette ki başaramayacaklardır...
 Devrimci Yol, Kasım 1980



12 Eylül ile ilgili TKP MK açıklaması

“İşçiler, köylüler, yurtsever halkımız, Milli Güvenlik Konseyi denilen cunta yönetime el koydu. Parlamentoyu dağıttı. Tüm politik partileri kapattı. Anayasayı kaldırdı. Böylece burjuva parlamenter sisteme son verdi ve yerine açık askersel bir diktatörlük getirdi. Saldırının sivri ucu işçi sınıfına, emekçilere, ilerici partilere, sınıf sendikalarına, demokratik örgütlere, demokratik basına, Kürt ulusal hareketine, anti-Amerikan dindar yayınlara yöneliktir. Cuntanın arkasında Amerikan emperyalizmi, işbirlikçi tekelci burjuvazi var.

Askersel devirmeyi ordunun tepesindeki Amerikancı, NATO'cu generaller yaptı. Askersel cunta, NATO manevraları sırasında yönetime geldi. Hava Kuvvetleri Komutanı Şahinkaya askersel devirmeden bir gün önce Washington'dan döndü. Gene aynı gün, NATO Güney Doğu Kanadı'ndan bir komutan Ankara'ya geldi. 12 Eylül sabahı cuntanın yönetime el koyduğunun ilk kez Amerikan Dışişleri Bakanlığı açıkladı. Orduda yapılan son atamalarda konumlarını güçlendiren NATO ve Amerikan yanlısı generaller kendi deyimleriyle 'emir komuta zinciri içinde' erke el koydu. Bu zincirin asıl komuta merkezi Pentagon'nun elindedir. TKP' nin öteden beri uyardığı emperyalist komplo 12 Eylül devirmesiyle gerçekleşmiştir.

Uluslararası durumu sertleştiren emperyalist merkezler, bu komployla, ülkemizi planlarına daha rahat araç etmeyi amaçlıyorlar. Türkiye'de askersel bir diktatörlüğün varlığı, bölgede barış ve güvenliği daha da tehlikeye atıyor. Askersel cunta, bunalımın olağanüstü derinleştiği koşullarda parlamenter yönetimlerle önlenemeyecek halk hareketinin yükselmesine duvar çekmek ve bunalımın yükünü daha büyük zorbalıkla halkın üzerine yıkmak amacını taşıyor.”
 
Halkı aldatma çabaları
“Cunta açıklamalarıyla halkı aldatmaya çalışıyor. Sözde terörizme karşı, politik partilerin, parlamentonun, anayasal kurumların görevlerini yerine getirmemesinden ötürü yönetime el koymak zorunda kaldığını söylüyor. Oysa Milli Güvenlik Kurulu denilen gölge hükümetin çoktan beri erke ortak olduğu ve sıkı yönetim aracılığı ile bugün cuntanın başındaki generallerin istedikleri önlemleri alma yetkisinde olduğu biliniyor. Üstelik, emperyalizmin kışkırttığı terörizmin uygulayıcıları arasında bu cuntaya bağlı bazı faşizm yanlısı sıkı yönetim komutanları da vardır. Cunta faşizme ve zorbalığa karşı milyonlarca insanı aldatmak için tıpkı sola karşı olduğu kadar MHP'ye ve AP başlarına da sözde karşıymış gibi görünüyor. Gerçekte o, açıklamalarıyla, uygulamaya koyduğu önlemlerle, şimdi devirdiği hükümetin gerici, halk düşmanı politikasını daha amansızca yürütüyor. MHP'nin düşman olduğu demokratik özgürlükleri bugün cunta yok ediyor. Generaller tekellere karşı direnen milyonlarca işçiyi aldatmak için, DİSK'e karşı oldukları kadar, faşist sendikaya da sözde karşıymış gibi görünüyorlar. Oysa onlar, tekellerin, onların örgütü TİSK'in karşısında işçi sınıfının ilerici sendikal örgütünden yoksul bırakıyorlar. Cunta halkımızın yurtseverlik duygularını sömürmek, onu şaşırtmak amacıyla, Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu, ulusal varlığa yönelik tehlikeye karşı işbaşına geldiğini söylüyor. Oysa cuntacı generaller, daha ilk günden ulusal egemenliğimiz için en büyük tehlike olan NATO'ya ve Türkiye'yi komşumuz olan ülkelerle karşı karşıya getiren ikili kölelik anlaşmasına bağlılıklarını açıkladılar.

Tüm gizleme çabalarına karşın cuntanın iç yüzü ortadadır. Bu Amerikancı, NATO'cu generaller cuntası, başta işçi sınıfı ve tüm demokrasi güçleri olmak üzere, halkımıza, ulusal bağımsızlığımıza, egemenliğimize karşıdır. Cunta emperyalizmin, işbirlikçi, tekelci burjuvazinin hizmetindedir.

TKP dimdik ayaktadır

İşçi sınıfının, emekçilerin yanı sıra, burjuvazinin de değişik kesimlerini karşısına alan cunta, Türkiye'mizin karşı karşıya olduğu hiç bir can alıcı sorunu çözemeyecektir. Demokrasiden, özgürlükten yana, tüm güçlerin ortak direnişiyle bu askersel zorbalık rejimi yıkılacaktır. TKP dimdik ayaktadır, tüm gücüyle savaşıyor.

Komünistlerin görevi, bu direnişte, demokrasi ve özgürlük güçlerine örnek olmak, savaş gücünü yükseltmek ve tüm bu güçler arasındaki savaş arkadaşlığını pekiştirmektir.



TİP'liler, TSİP'liler, CHP'liler, MSP'liler, Kürt demokratları Amerikancı cuntaya karşı olan herkes, aralarındaki ayrılıkları bir yana bırakıp, bu direnişte omuz omuza vermeliler. Cuntaya karşı savaşmak isteyen tüm güçler örgüt yasaklarına boyun eğmemeli, yeni koşullara uygun gizli örgütler kurmalıdırlar.

Yurtseverler, astsubaylar ve subaylar, Amerikancı cuntanın orduyu halkın üstüne sürmesine karşı çıkmalı, ABD'nin NATO'nun çıkarlarını koruyan cuntaya karşı halkın direnişinin yanında yer almalıdırlar. Amerikancı cuntaya karşı direnişte tüm yurttaşlar birleşin!


 12 Eylül 1980 – TKP MK

Kurtuluş hareketinin ilgili bildirileri arşivlerde bulunamadığı için hareketin kurucularından Mahir Sayın'ın ağzından o bildirileri ve ele aldıklarını öğreniyoruz:

“Bildirileri bulmak mümkün değil ama, iki bildiri çıkarmıştık biz, ikisini de ben yazmıştım. Tabii ki, bütün detayının hatırlamam mümkün değil ama, ana teması aklımda.
Bir tanesi yarım sayfadan biraz daha fazlaydı, hemen darbenin olduğu gün toplandık ve ne yapmak gerektiği konusunda tartıştık. Birincisi: daha önce başaramadığımız anti-cunta direniş/ittifak/cephe, artık ne adla adlandırılırsa adlandırılsın, bunu yapmaya yönelikti. İki: 'Bu artık sıkıyönetime de benzemeyen bir şeydir, dolayısıyla da güvenlik tedbirlerini eskisine göre çok çok daha artıralım'. Bu iki şeyi söyleme ihtiyacını duyduk çünkü 12 Eylül öncesinde de bilen bilir, Birikim çevresinden gelen bir öneriyle ortak bir direniş örgütü kurulması çabaları vardı. İşin incelikleri ve detayları dolayısıyla başarılı olmamıştı. Artık darbenin olmasıyla da birlikte acil durum ortaya çıkacağı için biraz daha şansımızın yüksek olabileceğini tekrarlamıştık. İki: Yine herkes o zamanlar darbeden bahsediyordu, ama gelecek olan sıkıyönetimin çok fazla bir şeye sebep olacağını düşünmüyordu açıkçası birçok insan. Hâlbuki bizim saflarımızda bile öyle düşünenler vardı. “Güvenlik tedbirlerini artıralım” dediğimiz zaman birçok birimimizden de bize şöyle yanıt gelmişti: Zaten biz yolun başından beri güvenlik tedbirleri alıp duruyoruz. Daha ne olacak!

Biz bu yüzden bunun bir sıkıyönetime benzemeyeceğini, çok daha ağır geçeceğini anlatmak ihtiyacı duymuştuk. Bir gün sonrasında ya da bir sonraki gün, daha uzun, durumu kısmen analiz eden ve ne yapılması gerektiğini daha etraflıca ele alan bir bildiri yayımlamıştık.
O bildiride bu iki şeyi tekrarlıyorduk ama biraz daha detay vardı. Kurulacak olan ittifakın, devrim cephesi ve sosyalizm tartışmalarına girmeden, cuntaya karşı bütün güçlerini birleştirebilecek olan ve militarizmin yerleşmesine izin vermeyecek bir hızlılıkta gerçekleşmesi gereken bir girişim olması gerektiğini savunmuştuk. Daha önceki deneyimlerden çıkarmış olduğumuz, böyle darbelerde askerlerin yerleşebilmek için birkaç aya ihtiyaç duyduğu gerçeği vardı. Bu ihtiyaç duydukları süreyi onlara vermediğimiz taktirde, ellerine ayaklarına bulaştırabileceğimizi düşünüyorduk. Bunun için de; bir an önce, en temel talepler çerçevesinde 'bir anti-cunta ittifakı oluşturalım' önerisinde bulunmuştuk.
İkincisi: Yine güvenlik sorunu can alıcıydı çünkü tedbirleri adım adım gelecekti. Bunu daha sonraki zamanda da gördük. Tabii ki bunların yanında biz eğer böyle bir ittifakı başaramazsak bunun zamana kalması durumunda, askerlerin yerleşeceğini, birçok yerde örgütlenmeyi dağıtacağını, özellikle küçük yerlerde barınmanın mümkün olmayacağını dolayısıyla da böyle yerlerde olağanüstü insanların büyük şehirlere nakledilmesi gerektiğini ifade ediyorduk. Bu insanların da grup çalışması içinde istihdam ederek daha sonra oluşturulabilecek olan ortak bir ittifak örgütünün oluşturulabilmesi için katkıda bulunabileceklerini düşünüyorduk. Tabii bunun uzaması durumunda -daha sonraki uygulamalarda da görüldüğü gibi- yakalandığında idam cezası alabilecek olan insanları da yurtdışına çıkarma kararı almıştık. Tabii bunu orada yazmadık. Tedbirler kısmında sınıfın içine geri çekilme diye ifade ediyorduk ama onun içinde söylediğim gibi birtakım arkadaşlarımızın yurtdışına çıkarılması da vardı. Bunu örtük biçimde, hatta bildirinin içerisinde özel dağıttıklarımıza yazmıştık. Genele dağıttıklarımızda, örgüt dışına gidebilecek olan bildirilerde o kısmı nokta nokta şeklinde bırakmıştık.
Yayınladığımız bildirilerin esasını bu konular ve maddeler oluşturuyordu.”


Kurtuluş hareketinin ilgili bildirileri arşivlerde bulunamadığı için hareketin kurucularından Mahir Sayın'ın ağzından o bildirileri ve ele aldıklarını öğreniyoruz



12 Eylül günü referandum oylandı. Aynı gün bu yazılar BİR-GÜN gazetesinde yayınlanmıştır. Darbeye nasıl gelindi. Darbe sonrası tüm yaşam alanlarımız nasıl bu hale geldi. Şimdi ürünleri nasıl darbelerden hesap sorar. Ancak ve ancak darbenin acılarını yaşayan ve muhatapları olan                                                DEVRİMCİLER HESAP SORACAKTIR.  





24 Ekim 2010 Pazar

Ölümünün 31. yılını andığımız Nedim yoldaşımızın anısı mücadelemize ışık olsun.


Ölümünün 31. yılını andığımız Nedim yoldaşımızın anısı mücadelemize ışık olsun.

1979 yılında yaşadığı çatışma sonucu hayatını kaybeden Nedim ÇENELİ 1978 kuşağının yiğit devrimcilerindendi. Toplumsal ve siyasi mücadelesini AKDER ve HALK EVİ üyesi olarak sürdüren Nedim şehrimizde yaşanan sömürü düzene baş kaldıranlardandır. Annesinin babasının göç ettiği Yugoslavya kültüründen etkilenen komitacı Nedim tren yolunun altında Reşatbey, Seyit Ahmet ve Atatürk mahallelerinin mahalle komite üyesidir. İlçemiz de kara borsacılığa, tefeciliğe, mazot kıtlığına kadar müdahale eden halkın çıkarlarını savunmuştur. Bu siyasi çalışmayı, tütün üreticilerine kadar götürürdü. Tütüncülerin çıkarlarını savunmak için sürekli aktif çalışma içerisindeydi. Farklı siyasal yapılarda olan kişiler tarafından çalışması engellenmiş ve daha sonra çıkan çatışma sonucu 24 Eylül 1979 yılında üyesi bulunduğu HALK EVİ'NE yakın bir yerde bıçak ve silahla katledilmiştir. Özel harp dairesiyle gladio ve kontrgerilla ile başlayan süreç ülkedeki aynı topraklarda yaşayan aynı şehirlerde yaşayan ve aynı kültürel değerleri taşıyan insanları birbirlerine düşürmüştür. Devrimciler halkın iktidarı için ülkenin bağımsızlığı için mücadele ederken karşıt gruplar ise emirlerin nerden geldiğini bilmeden kimler adına hizmet ettiğini anlamadan ülkedeki devrimcilere silah çekerek katletmişlerdir. Özellikle 1978 yılında faşist General Kenan Evren'in Genelkurmay Başkanı olmasından sonra başlayan kanlı süreç 1979 yılında ilçemizdeki Nedimi de bizlerden almıştır.

Oysa şimdi her şey açık seçik görülmektedir ülkenin sağında siyaset yapanlar kimlere hizmet etmişlerdir. Solunda siyaset yapanlar hala kimlere karşı mücadele etmektedirler.



Ne geçmiş tükendi nede yarınlar. Nedimi Unutmadık Unutturmayacağız.

Anısı Mücadelemize Işık Olsun.

Saygıyla anıyoruz.





21 Ekim 2010 Perşembe

Akhisar'da Dedikodu Kumkumaları Görev Başında


Akhisar'da Dedikodu Kumkumaları Görev Başında                  

Tarıma dayalı olan şehrimiz altı ay çalışıp altı ay dinlenmekteler. Dedikodu yapmaya zaman bulan kimi çevreler toplumsal huzurumuzu bozuyor. Sanayileşmeyen şehrimiz boş zaman'ını kimin hakkında dedikodu üretelim kimleri huzursuz edelim diye resmen mesaiyi harcamaktalar. Sistemin bizlere dayattığı üretmeden tüketme anlayışını farkında olmadan uymaktayız. Sevgiyi saygıyı tükettiğimiz gibi kıskandığımız çekemediğimiz ve erişemediğimiz kişileri de dedikodu yaparak tüketmekteyiz. Alile huzuru emek ve mücadeleyle oluşuyor. Bu gibi çabayı ve mücadeleyi vermeyenler birilerinin mutluluğunu ve huzurunu bozmaya hakkı var mı? Çıkan dedikoduların doğruluğunu örmek için o kadar çaba sarf ediliyor ki doğru bir şeylerin hayat bulması için bu kadar caba sarf edilmez. Şehrimizde dönem, dönem yakışıksız ahlaksız yalana dayalı dedikodular yapılıyor. Üretilen dedikodular yayılmasını da sağlamak için bazı meslek guruplarını kullanıyorlar. 1 Erkek ve kadın berberleri 2 kahvehaneler 3 bar ve birahanelerdir. Yoğunluklu dedikodunun döndüğü yerler olan bu meslek grupları çok dikkat etmesi gerekiyor. Farkında olmadan toplumsal huzurun bozulmasına katkı sağlıyorlar. Bizlerin yaptığımız mesleğimiz gereği müşteriyle çok zaman geçirmekteyiz. Duyduğumuz her dedikodu doğruymuş gibi başkalarına anlatırsak doğru yapmayız hele, hele isimleri söylemek asla doğru değildir. Yıllar önce yakın dostum hakkında da bu tür dedikodu yapıldı. Yakışıksız yalan dedikodu dostum olan kişinin de çok mor elini bozmuştu dedikodulardan dolayı Akhisar böyle üretken birini maalesef kaybetti. Oysa hala onun ve arkadaşlarının ürettiği projeleriden kimi kurumlar faydalanmaktadır.

Mesleğim gereği bu tür dedikoduların ortağı olmamak için 1999 yılında işyerimi farklı bir tarzda hizmete sundum. Yakın dostlarım bana böyle bir işletmeni çok zor ayakta tutabilirsin dediler. “Neden?” diye sorduğumda Akhisar'ın dedikodusunda dolayı dediler. Evet, çok da haksızda değillerdi. Kolay olmadı biryandan siyasi yapımdan dolayı diğer yandan doğu kökenli kimliğimden dolayı ve diğer ise mesleki alanda iddialı çıkışımdan dolayı. Gün geçmedi yeni gün yüzü görmemiş dedikodulara maruz kalmayalım yaptığımın çok zor bir işti ama yılmadan usanmadan mücadele ettim. Aslında niyetim toplumsal yapımızı mesleki alanda farklılaştırmaktı. Bunu da eşim Neşe oğlum Yoldaş'la birlikte mücadele ederek başardık. Evet, işyerimde dedikodunun olmadığını söyleyemem ama en azından sıfır noktasına indirdik. Erkek Kadın işletmemin kendi içerisin de oto konturlunu sağladık erkek var su dikkat et kadın var sus dikkat et. Şeklinde başardık.1999 yılında görsellik yoktu sesler dahildi şimdi ise görsellikte dahil. Ve dedikodunun yapılmadığı ve en ahlaklı işyerlerinden bir tanelerinden olduğumuzu iddia ediyoruz. Berber Vedat farklı işyeri açmasındaki düşüncesi farklılıktan maddi kazanç elde etmek değildir. Mesleki misyon üstlenmek devrimci çıkışıyla toplumsal kazanç elde etmektir.

 
Son yaşanan dedikoduları yakınımdaki kahvehanenin önünden geçerken biri tarafından çağrıldım. “Duydun mu son bombayı?” Hayır dedim ne bombası? Birde baktım üç dört masa resmen koca, koca adamlar resmen herkesin birbirine duyurarak böyle, böyle olmuş diye kahkahalar atarak konuşuyorlardı. İlk tepkim arkadaşlar AYIPTIR yapmayın belden aşağı siyaset olmaz doğru değil bu yaptığınız dedim. Dedikoduya maruz kalanlardan birinin aktif siyaset yaptığı için siyasi kişiler tarafından yapılıyordu dedikodu. Ve bende siyaset yapıyor olmamdan dolayı konuya dahil ediliyordum. Ve kahkahalara karşı verdiğim tepkiyi tepkiyle karşılık buldum. Ne ya sana ne, ne koruyorsun onları yalan mı bende biliyorum doğru diye cevap verildi. Masalarda oturan kişileri tanıdığımdan şunu söylemek isterdim ama söyleyemedi. Şimdi sözüm bu yazı aracılığıyla onlara ve tüm Akhisar da yaşayan farkında olmadan dedikodu yapanlaradır. Suçu olmayan ailelerin huzurunu kaçırma hakkınız yok. Lütfen empati yapın sizlerinde eşiniz ve çocuğunuz var. Bu gün onlara yarın size ne ekerseniz onu biçersiniz. İnsan olarak da dini inancınıza göre de dedikodu yapmak ayıp ve günahtır. Aile huzuru kolay sağlanmıyor. Emek caba ve mücadeleyle sağlanıyor. Dedikodu yapanlar zihinsel ve bedensel tembeller lütfen dönün kendinize aile düzeniniz ve mutluluğunuz için emek ve çaba harcayın. İnsanları siyaseten eleştirme hakkınız var. İnsanları yaptığı meslek ahlakına uymadığı için eleştirme hakkınız var. İnsanları bulunduğu kurumda yöneticiliğini doğru yapmadığı için eleştirme hakkınız var. Ama gün yüzü görmemiş dedikodularla yıpratma ve toplumsal huzurumuzu bozmaya hakkınız yok. Diyelim ki duyduğunuz dedikodular doğru sizi ne ilgilendiriyor size ne kumkumalar… YETER!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Fatsa da Nokta Operasyonuyla Durduruldu. Samandağ Yeniden Yeşertiyor.



Fatsa da Nokta Operasyonuyla Durduruldu. Samandağ Yeniden Yeşertiyor.   
                     

Halk İktidarı Fatsa da Nokta Operasyonuyla Durduruldu. Samandağ Yeniden Devrimci Mücadeleyle Yeşertiyor


Yazı Dizisi 3      


İlkokul mezunu olan Terzi Fikri SÖNMEZ 14 Ekim 1979 yılında solun ortak adayı olarak seçime girdi. SÖNMEZ oyların yüzde 60'ını alarak seçimi kazandı. Kişilik olarak saygınlık kazanmış halkın gönlünde taht kuran Terzi Fikri SÖNMEZ Dev-Yol geleneğinden gelen biriydi. Kısa sürede Fatsayı sorunlar yumağına çeviren önceki iktidarların yıllardır birike gelen sorunlarını çözmek için hemen işe koyulur. Küçük esnaf olması sebebiyle doğası gereği çok kimlikli çok kültürlülüğe sahiptir. İlçenin devrimcileriyle ve halkın saygın kişileriyle oluşturduğu 11 komite ile 9 aylık zamanda yıllarca bitiremez denilen sorunlar büyük bir bölümünü çözülmesine ve gelecek için iyi kılavuz olma yollarını açmıştır. İlçenin sorunlarının tartışıldığı halk toplantılarıyla kentin tüm kaynaklarını öncelikli olanlara ayırma kararları aldıktan sorunları çözme durumuna getirmiştir Fatsayı. Kısa sürede halkla birlikte karaborsayı, kaçakçılığı ve tefeciliği bitirdi. İlçeye huzurun geldiği günlerde Faşist genelkurmay başkanı Kenan EVREN'İN diğer kuvvet komutanlarıyla ilçeye gelerek sonrasın da nokta operasyonu kararı alınarak darbe öncesi prova niteliği taşıyan sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bu tür kararların alındığı Fatsa'nın komite üyeleri ve diğer partiler olan CHP AP MSP ilçe başkanlarının ülkemizde yaşanan kan göz yaşına inat bizim ilçemizde huzur var diyerek bir basın açıklaması yaparlar. Oysa Fatsa da Darbecilerin korktuğu halk iktidarı kurulmuştu Polise ve yargıya iş düşmüyordu. Halk kendi sorunlarını konuşarak çözümler üretiyordu. Ama 11 Temmuz'da halk meclisi gibi uygulamalar gerekçe gösterilerek Terzi Fikri ve 900 kişiden oluşan halk meclisi gözaltına alındı. Zorlu darbe sonrası süreç işkence ve cezaevi sıkıntıları Terzi Fikriyi 4 Mayıs 1985'te Erzincan Cezaevi'nde kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Ama Terzi fikri öyle bir elbise biç diki Fatsa da ağa babaları (ABD) gelse çözemez. Mücadelesi mücadelemize ışık olsun. Ustamı (idolümü) saygıyla anıyorum.
 

Halkın Katıldığı Yerel Yönetimi Samandağ Yeşertiyor. Darısı Tüm Yerellerde Yaşayan Halkların Başına Olsun.  

 

Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin 'katılımcı bütçe, sosyal belediye, kar değil insan, sadaka değil hak 'sloganıyla girdiği yerel seçimlerde Hatay'ın Samandağ ilçesinde 'Yerel Çalışma Platformu' ile ortaklaşarak kazandığı belediye yönetimi geçtiğimiz günlerde Samandağ Aspendos sosyal tesislerinde iki(2)bin kişilik toplantı ile halkla buluştu. Buluşmada 18aylık icraatlar, nasıl bir kent tahayyülü, kentlilik ve yerel yönetimin felsefesi üzerinde duruldu. Belediye başkanı Mithat Nehir ve Yerel Çalışma Platformu adına Belediye Meclis üyesi Orhan Cabir Birer konuşma yaparak tüm Samandağ halkını nasıl bir Samandağ istiyorsunuz diye görüşlerini dinledi.

 

Samandağ da kurulan halk iktidarı. 29 Mart 2009 yılında yapılan yerel seçimde Samandağ halkının yüzde 35 oyunu alarak kazanmıştı.1979 yılında Fatsa da olduğu gibi hizmetini tüm Samandağ'ın geneline yayarak diğer 2/3ününde iktidarı olduğunu da sağladı. Halk iktidarının 18 aylık çalışmaları referandum sonucuna da yansıdı. Yüzde 89 HAYIR yüzde 11 evet çıktı. Merkez ilçe oy oranı ise 22260 HAYIR 925 EVET .Bu piyasacı yerel yönetim anlayışı içinde 'katılımcı bütçe, sosyal belediye, kar değil insan, sadaka değil hak anlayışını sağlamak kolay olmayacaktır. Samandağ Belediye başkanı ve tüm belediye meclis üyelerine kolay gelsin dilerim. Yolumuz devrim yolu. Bu gerici faşist güçlere karşı düzen başka türlü düzelmez. Ne siyasette nede ekonomi tekelciliği, eşitlikçi özgürlükçü bir yerel ve ülke mümkündür. Halklar isterse olur.
 

Bu yazı dizisi geçtiğimiz 12 Eylül günü BİR-GÜN gazetesinin pazar ekinde yayınlanmıştır. Ülkemizde yaşayan genç kuşaklar 1988, 1998, 2008 40'lı 30'lu 20'li yaşlarda olan yurttaşlarımız 68 ve 78 kuşağının anlamak ve yorumlamak için okumasını öneriyorum. Güzelim ülkemin, gerçek sahiplerinin kimler olduğunu genç kuşaklarımız bilmelidirler.   

1980   
Fatsa'da darbe provası yaptılar

Dünyanın en adil ve devrimci belediyecilik örneklerinden birinin yaşandığı Fatsa'da, devletin saldırısından sonra
Adalet Partili bir Fatsalı, bir gazeteye şu açıklamayı yapıyordu: “Bugün devlet terörü yaşanıyor Fatsa'da. Biz devlet deyince büyük bir güç görmeye alışmışızdır. Ama gördük ki peşlerine taktıkları iki sidikli adamla girdi Fatsa'ya devlet”

2 Ocak Denizli MİSK bölge başkanının, kendi yaptığı bombanın patlaması sonucu elleri koptu.
 

8 Ocak Demirel hükümetinin yönettiği ülkede, fabrikaların yüzde 80'inde üretim durdu. 35 çimento fabrikasından 29'unda, 18 şeker fabrikasından 13'ünde üretim durdu.
 

8 Ocak Tunceli Öğretmen Lisesi, bakanlıkça kapatıldı.

24 Ocak 12 Eylül faşist darbesinin yolunu önemli ölçüde açan '24 Ocak Kararları' açıklandı. Demirel hükümetinin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal tarafından hazırlanan ve IMF'ye sunularak onaylanan 24 Ocak Kararları'na göre başlangıçta: Yüzde 32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına geçildi. (47 lira olan dolar 70 liraya çıktı.) Devletin ekonomideki payını küçülten 'önlemler' alındı. KİT ürünlerine yüzde 300–400 zam yapıldı. Tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırıldı. Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırıldı. Dış ticaret serbestleştirildi, yabancı sermaye yatırımları teşvik edildi, kâr transferlerine kolaylık sağlandı. İthalat kademeli olarak serbest bırakıldı. Reel ücretler yarı yarıya eridi. Ücretlere, maaşlara ve taban fiyatlara sınırlama getirildi.
 

25 Ocak Demirel'in azınlık hükümetinin kurulduğu 12 Kasım 1979'dan 24 Ocağa kadarki 73 günde, 497 siyasi cinayet işlendiği, 779 kişinin yaralandığı ve 72 soygun olayı gerçekleştirildiği açıklandı.
 

27 Ocak Gübreye, cumhuriyet tarihinin en büyük zammı yapıldı: Yüzde 500–700.
 

29 Ocak Defter ve kitap kâğıdına yüzde 400, PTT hizmetlerine yüzde 100–280 zam yapıldı.
 

1 Şubat İstanbul'da tren ücretleri 250 kuruştan 10 liraya, aylık vapur biletleri de 75 liradan 400 liraya çıkarıldı. Zamlara tepki gösteren halk bilet almadan vapurlara bindi.
 

2 Şubat 30 Ocak'ta Ankara'da, MHP'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürülen ODTÜ öğrencisi Sinan Suner'in öldürülmesini protesto gösterisine katılanlardan biri olan Erdal Eren, çıkan olaylarda bir inzibat erini vurduğu iddiasıyla tutuklandı. 16 yaşındaki Erdal, yaşı büyütülerek 19 Mart'ta idama mahkûm edildi. MGK' nin onayladığı karar 13 Aralık'ta infaz edildi.
 

6 Şubat Adana'da devrimci avukat Halil Güllüoğlu faşistlerce öldürüldü. Maraş Katliamı davasının müdahil avukatlarından olan Güllüoğlu, katledilen Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul'un eşinin de avukatıydı.
 

14 Şubat İstanbul'da zamları protesto amacıyla düzenlenen kepenk kapatma eylemi sonucunda Şişli, Eminönü gibi işyerlerinin yoğun olduğu ilçelerde dükkânların neredeyse tamamı açılmadı.
 

19 Şubat İzmir ve Hatay'da sıkıyönetim ilan edildi.
 

23 Şubat SSK'nın iflasın eşiğine geldiği açıklandı.
 

5 Mart Tokat'ın Zile ilçesinde lise öğrencileri arasında başlayan çatışma Alevi-Sünni çatışmasına dönüştü. CHP'li ve Alevi olarak bilinen kişilerin ev ve işyerleri faşistlerce tahrip edilerek, yer yer yangınlar çıktı. 1 kişi öldü 13 kişi yaralandı, gece sokağa çıkma yasağı konuldu.
 

7 Mart Darbecibaşı, polis ve jandarmanın görev ve yetkilerini belirleyen yasal düzenlemelerin yetersiz olduğunu, değiştirilmesi gerektiğini söyledi.
 

10 Mart Yakınlarınca “Führer” diye anılan MHP'li Gündüz Kapancıoğlu TARİŞ'e 'personel müdürü' olarak atandı.
 

25 Mart Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin dolmasıyla, Meclis'te yeni cumhurbaşkanının seçimi için turlar başladı. (21 Ağustos'ta 114'üncü turun yapılmasına karşın hâlâ yeni cumhurbaşkanı seçilememişti.)
 

4 Nisan Ortadoğu gazetesi yazarı İsmail Gerçeköz İstanbul'da öldürüldü.
 

5 Nisan Eskişehir'de DİSK'e bağlı sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinin düzenlediği mitinge katılanlara ateş açılması sonucu 3 kişi öldü. Kentin farklı semtlerinde  düzenlenen silahlı saldırılarda da 2 öğrenci öldürüldü.
 

11 Nisan TRT İstanbul Radyosu yapımcılarından, yazar ve halkbilim araştırmacısı Ümit Kaftancıoğlu İstanbul Mecidiye köy'de uğradığı silahlı faşist saldırıda öldürüldü (d.1934). Kaftancıoğlu'nun katillerinden ÜGD'li Ahmet Mustafa Kıvılcımlı ve Bayram Çimen daha sonra yakalandı. Cinayetten 6 yıl sonra görülen davada Askerî Mahkeme, Bayram Çimen'i delil yetersizliğinden serbest bıraktı. İdam cezasına çarptırılan Kıvılcımlı için ise “aslî fail değil, ferî fail” olduğu gerekçesiyle hakkındaki idam kararı bozuldu.
 

24 Nisan İstanbul, Ağrı, Erzurum ve Kars'ta 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. (30 Nisan'da yasaklı il sayısı 30'a çıktı.)
 

28 Nisan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, Ruhi Sunun Ankara konserlerinin yasakladığını duyurdu.
 

5 Mayıs Çaya yüzde 67–300 oranında zam yapıldı.
 

8 Mayıs Anayasa Mahkemesi Türkiye Emekçi Partisi'ni (TEP) kapattı.
 

23 Mayıs TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Sevinç Özgüner, İstanbul Mecidiyeköy'de evine giren 2 faşist tarafından katledildi. İlerici kişiliğiyle tanınan Özgüner'in eşi Vecdi Özgüner ağır yaralandı. Faşistler üç gün önce de Özgünerler'in evine girmiş, evde kimseyi bulamayınca “Mecidiyeköy komünistlere mezar olacak” notu bırakıp kaçmışlardı.
 

28–29 Mayıs MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak'ın 27 Mayıs'ta Ankara'da öldürülmesini bahane eden ülkücü-faşist çeteler İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Sivas ve Çorum'da terör estirdi; CHP binalarına saldırdılar. Çıkan olaylarda çeşitli kentlerde çok sayıda kişi yaralandı. Yeterli güvenlik önlemleri alınamadığından pek çok kentte lise ve üniversite öğrencileriyle çalışanlar akşam saatlerine kadar işyerlerinde ve okullarda mahsur kaldılar.
 

6 Haziran Demirel'in, azınlık hükümetini kurduğu Kasım 1979'dan sonraki 6 ay içerisinde 1533 kişinin öldürüldüğü, 1918 kişinin yaralandığı açıklandı.
 

9 Haziran 6 ay içerisinde 8'inci kez devalüasyon yapılarak TL'nin değeri yüzde 5,5–8,8 arasında düşürüldü.
 

12 Haziran İzmir, İnciraltı Öğrenci Yurdu'nu basan askerler, sınav öncesi moral şenliği düzenleyen öğrencilerin üzerine yaylım ateşi açtı, 5 öğrenci öldü 60 öğrenci yaralandı. Önce genel arama yapılacağını anons eden asteğmen Necip Pınar ve çavuş Hasan Dimici yönetimindeki askerler daha sonra bahçedeki öğrencilerin üzerine 3 dakika süreyle ateş açarak taradı. Katliamda yaşamını yitiren İsmail Baytak, Mustafa Uslu, Ali İhsan Tan, Hüseyin Akdağ Aydın ve Mehmet Ali Arun'un otopsilerinde, tümünün sırtlarından vurulduğu, kurşunların ABD malı M–6 ve M–1 otomatik tüfeklerinden çıkan mermiler olduğu belirlendi.
 

20 Haziran Türkiye'de karakol ve hapishanelerde artan işkence olayları, Almanya Parlamentosu'nda tartışıldı ve Türkiye'ye yardımın durdurulması istendi.
 

22 Haziran İstanbul'da CHP Beyoğlu ilçe başkanı öldürüldü.
 

24 Haziran İstanbul'da MHP Gaziosmanpaşa ilçe başkanı öldürüldü.
 

25 Haziran Kırşehir'de, faşistlerin devrimci demokrat görüşlü kişilere ait işyerlerini ve evleri tahrip etmesiyle başlayan ve 2 gün süren olaylarda 1 kişi öldü, sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
 

9 Temmuz Demokrat gazetesinin Ankara'ya sokulması yasaklandı.
 

15 Temmuz İstanbul Şişli'de MHP ilçe binasının karşı sokağında iki faşistin silahlı saldırısına uğrayan CHP İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu öldürüldü.
 

19 Temmuz 12 Mart döneminin başbakanı Nihat Erim İstanbul Dragos'ta öldürüldü.
 

20 Temmuz Darbecibaşı, “Hainlerin cezası yakında verilecek” dedi.
 

22 Temmuz Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, İstanbul Merter'de uğradığı faşist saldırıda öldürüldü. (Türkler'in katillerinden biri olduğu öne sürülen ve iki kez beraat eden Ünal Osmanağaoğlu 2010'da 3. kez yargılanmaya başladı.)
 

27 Temmuz Balgat Katliamı'nı   gerçekleştiren (10 Ağustos 1978) iki faşist İsa Armağan ve Mustafa Pehlivanlıoğlu, Mamak Askerî Cezaevi'nden kaçırıldı. (Demokrat gazetesi günler öncesinden, 11–12 Haziran tarihli sayılarında faşist katillerin kaçma hazırlığında olduğunu yazmıştı.)
 

28 Ağustos MHP hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan suç duyurularının sayısı 9'a ulaştı. (Bu duyurular, İstanbul, Ankara, Zonguldak cumhuriyet savcılıklarıyla İstanbul ve Ankara Sıkıyönetim mahkemeleri savcılıklarınca yapılmıştı.)
 

6 Eylül Milli Selamet Partisi'nin (MSP) Konya'da düzenlediği 'Kudüs'ü kurtarma yürüyüş ve mitingi' şeriat isteminin dile getirildiği bir gösteriye dönüştü. (12 Eylül sonrasında faşist darbenin en temel gerekçelerinden biri olarak gösterilen mitingden ötürü MSP yöneticileri yargılandı ancak tümü “delil yetersizliğinden” beraat etti.)
 

12 Eylül Darbecibaşı ve dört arkadaşı, sabaha karşı ülke yönetimini ele geçirdi...

TARİŞ saldırıları

22 Ocak - 20 Şubat  Yüzlerce polis ve jandarma “arama yapmak” bahanesiyle, TARİŞ'e (İzmir, İncir, Üzüm, Pamuk ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifleri Birliği) baskın yaptı. (1979'da kurulan 2. MC (Milliyetçi Cephe) hükümetinin TAR‹Ş Genel Müdürlüğü'ne kendi adamını ataması ve yeni yönetimin önceki dönemde işe alınan işçileri tasfiye etmek istemesi, TARİŞ işyerlerinde örgütlü DİSK'e bağlı sendikaların ve işçilerin tepkisine neden olmuştu.) Baskına karşı koyan ve geri püskürten işçiler tüm işletmelerde direnişe geçti. Olay çok kısa sürede İzmir'de duyuldu. İzmir'in gecekondu mahallerinde özellikle de TARİŞ işçilerinin oturduğu Çimentepe, Gültepe gibi gecekondu bölgelerinde halk sokağa döküldü. TARİŞ'in çeşitli işletmelerinde devam eden direnişlere destek veren ve üniversiteyi işgal eden Ege Üniversitesi öğrencileriyle polis arasında çıkan çatışmada ise 83 öğrenci ve 7 polis yaralandı. 14 Şubat'ta Çiğli İplik Fabrikası işçilerine karşı bir operasyon başlatıldı. Sabaha karşı on bine yakın 'asker, polis, zırhlı araçlarla, helikopterlerle fabrikaya baskın düzenlediler. Sonunda güvenlik güçleri fabrikaya girdi ve kimseye dokunmayacaklarına söz verdikleri halde, 1500 işçi tutuklandı ve işkenceden geçirildi. Olaylar sürerken DİSK'e bağlı sendikalar 2 günlük grev kararı aldı. 17 Şubat'ta mahallerdeki direnişi kırmak üzere düzenlenen 9 saatlik operasyon amacına ulaştıktan sonra sokağa çıkma yasağı kondu. 20 Şubat'ta devrimci demokrat işçilerin yerine sağcı faşist işçilerin yerleştirilmesiyle TARİŞ'te üretim yeniden başladı. TARİŞ olaylarını Erzurum'dan izleyen Darbecibaşı ise, “Biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz” dedi.

Faşistler Çorum'da 48 kişiyi katletti

29 Mayıs – 5 Temmuz 28 Mayıs'ta MHP'li Gün Sazak'ın öldürülmesini bahane eden faşist çeteler 29 Mayıs sabahından itibaren kentte gösteriler yapmaya başladı. Akşama doğru iki öğretmeni yaralayan ve devrimci demokrat kişilerin işyerlerini tahrip eden faşist göstericiler, Alevilerin ve devrimcilerin yaşadığı Mil önü mahallesine saldırdı. Burada barikat kuran devrimcilerle MHP'li faşistler arasında çıkan çatışma tüm kente yayılarak sabaha kadar sürdü. Olayların ilk aşaması 2'si polis 4 kişinin ölümüyle sonuçlandı.

1 Temmuz'da yeniden saldırıya geçen faşistler, halkı Alevilere ve devrimcilere karşı “cihada çağırarak”, çok sayıda işyerini tahrip etti. 2 Temmuz'da, sokağa çıkma yasağına karşın saldırılar Bahçelievler, Mutlu evler, Eti evler, Yavru turna, Kale ve Terlemezler mahallelerinde yoğunlaştı. Silahlı faşistler, devrimcilerin kurduğu barikatlardan ötürü mahallelere giremedi.

4 Temmuz'da dincilerin ve faşistlerin, cuma namazından sonra “Mil önü'nde cami bombalandı” söylentisi yaymasından sonra, kentin çeşitli camilerinden çıkanlar Alevi ve devrimci demokrat kişilerin bulunduğu yerlere saldırdılar. Devrimcilerin örgütlü ve bilinçli direnişiyle püskürtülen saldırılar ve çatışmalar sabah saatlerine kadar aralıklarla sürdü. 

5 Temmuz'da askerler kentte denetimi sağladı. Saldırılar sırasında insanların kulak ve burunlarının kesildiği söylentileri yayıldı. Temmuzun ilk haftasını kapsayan olaylarda 44 kişinin öldüğü, böylelikle toplam 48 kişinin öldüğü belirlendi.

CHP'nin İçişleri Bakanı Mustafa Gülcügil hakkında gensoru önergesi verildi. Gülcügil 21 Temmuz'da istifa etti. CHP Çorum milletvekili Şükrü Bütün, 12 Temmuz'da yaptığı basın toplantısında, “Mil önü'ndeki Alaattin camisine bomba atanların sağcı olduklarını ve yakalandıkları”nı açıkladı.

Demirel: Çorum'u bırak Fatsa'ya bak!

8–11 Temmuz Başbakan Demirel'in “Çorum'u bırak Fatsa'ya bak” sözleri sonrasında, Ordu'nun Fatsa ilçesine, karadan ve denizden yüzlerce asker ve polisle 'Nokta Operasyonu' düzenlendi. 8 Temmuz'da çok sayıda askerî birliği ilçeye sevk edilmesi, 9 Temmuz'da Darbecibaşı'yla kuvvet komutanlarının ilçeye 'uğraması' sonrasında, Fatsa 10 Temmuz'da polis ve askerlerce kuşatıldı, ilçeye giriş çıkışlar yasaklandı. CHP, AP ve MSP ilçe başkanları Fatsa ile ilgili basında çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını ve örnek bir belediyecilik anlayışıyla huzur içinde yaşadıklarına ilişkin ortak basın açıklaması yapmalarına karşın 11 Temmuz'da harekât başladı. Yüzleri maskeli faşistlerin yer göstermesiyle de bağımsız belediye başkanı 'Terzi' Fikri Sönmez ve 300 kişi gözaltına alındı. Çıkan çatışmalarda en az 15 kişi yaşamını yitirdi. (16 Temmuz'da İçişleri Bakanlığı'nca görevinden alınan ve tutuklanan 'Terzi' Fikri, Fatsa Devrimci-Yol davasında yargılanırken 4 Mayıs 1985'te 12 Eylül zindanlarında yaşamını yitirdi.)

Aşağıdaki fotoğraflar Fatsa ve Samandağ da halkın katıldığı birlikte yönetilen doğrudan katılımcı demokratik anlayışıdır.