29 Ağustos 2011 Pazartesi

Xemoji Kıro Lewoko Edibese! Lewhatın Aştine.


Xemoji  Kıro  Lewoko  Edibese!  Lewhatın  Aştine.


 "Yeter Artık Hepimiz  Barış İçin Toplanalım."

Bir inci cumhuriyetçiler ittihat ve terakki geleneğinin savunucuları yetmez mi dökülen kan? Hani kurtuluş savaşı KÜRT ve TÜRK halkının zaferiydi. Ne oldu düşman kalmayınca parsellemek için mi paylaşamadınız Anadolu'yu? Kimin ırkı güzel yerlere sahip oldu. Çanakkale de yan yana omuz omuza emperyalistlere karşı çarpışmadınız mı? 255 bin insanımızı neden kaybettik? Sonrasında verilen mücadele bir arada yaşamak ve paylaşmak için değil miydi? Sizler iktidarı paylaşmak için mücadele ederken, Anadolu halkları kız alarak oğlan vererek bir birinden ayrılmaz et-tırnak oldu. Tarih buyunca tek kimlik tek inanç dayatması baskısını yaparak ne asimile ettiniz nede ne de inancınızı benimsettiniz. Herkesin dili kendine herkesin inancı kendinedir. İnsan doğmadan önce belirleyemediği iki önemli olgusu vardır. Biri inancı diğeri kimliğidir. Egemenlerin de fit sokarak bölüp, parçalayıp, yönettiği iki önemli duygusu vardır. Biri milli bir diğeri de dini duygusudur. Tabu olarak yarattıkları devlet kavramını mutlu yaşatmak için insanı yaşatmak gerekmez mi?  İnsan ayrımı yapmadan benim, ötekinin, insanı demeden bir arada yaşamalıyız. Barışı yurtta yaşatmak için ne yapmamız gerekiyorsa mutlaka yapmalıyız. Halkların çocuklarının ne adına ne için savaştığını bilmeden ölmelerine izin vermemeliyiz. Ne statüko anlayışınız nede genelkurmay güdümlü laikliğiniz bu ülkedeki sorunlara çare olabildi. Demokrasimiz gelişmeli laikliğimiz özgürlükçü olmalı. Cumhuriyetten bu yana yutturduğunuz demokrasi anlayışınızda aslında statükoyu savunmaktı. Her sıkıştığınızda sarıldığınız tek devlet, tek millet ve tek inanç sözü… Artık yemiyor. BİR ARADA YAŞAMI SAVUNMAK İÇİN yapmamız gereken çok kimlikliliği, çok inançlılığı ve çok kültürlülüğü hayata geçirmektir. Hem çoğulculuk doğrudan demokrasi kültürümüzle buluşursa çok güzel bir zenginlik olur. Hem yıllarca dayatılan teklikten elde ettiğini kazançlarınız yetmiyor. Anadolu'nun zengin kültürü mutlaka ülkem insanı için ve insanlık adına kullanılmalıdır.



1950'lerden bu yana sağ iktidarların emperyalistlere bağımlı ülke yönetme anlayışı huzursuzluğumuzu her geçen gün daha da kötü günleri yaşamamıza sebep olmuş. NATO güdümlü kararların silah tüccarları savaş kan ve gözyaşı yaşatarak kazanmaktalar. Ülkenin her dönem yönetimine direktifler vererek darbe, iç huzursuzluk yaşatarak bölgede ki çıkarlarını hayata geçmesine sebep olmuştur. Tek partili dönemde olduğu gibi DEMOKRAT PARTİ'DE ülkedeki kimlik ve inanç sorununa çare üretememiştir. Gerek gayrimüslimlere gerekse diğer inanç kesimine huzurlu bir ortam sunamamıştır. DP (Demokrat Parti) sonrası AP-DYP(Adalet Partisi-Doğru Yol Partisi) siyasi yapılar doğu sorununa sadece aşiret üzerinden oy avcılığı yapmıştır. Özellikle Tansu ÇİLLER dönemi faili meçhul cinayetlerin en çok işlendiği dönemdir. Örtülü ödeneğin kirli ilişkilerde kullanıldığı ve devlet için kurşun atanda yiyende şereflidir demiştir. Feyiz aldığı eski ünlü lideri DEMİREL de bana sağcılar suç işletti dedirtemezsiniz demiştir. Oysa tarih boyunca faili meçhul cinayetler sağcılar tarafından işlendiği üstünün ört bas edildiği dönemlerdir. Aynı zihniyetlerin devamı olan ANAP da darbe sonrası ülke yönetimine hazırlanan yeni partidir. Yine Kürt sorununa aşiretlerin üzerinden giderek oy avcılığı yapmış, sorunun başladığı tarih de soruna üç beş çapulcu işidir diye yaklaşmış ve geçiştirmiştir. Sonrasında ki iktidarlar sorunun üzerinden milliyetçi duyguları karşıtlık yaratarak halklar arası soruna tuz biber ekmiştir. Gerek ANAP liderlerinden Mesut YILMAZ'IN AB yolu DİYARBAKIR'DAN geçer dese de sorunun üzerine gitme cesareti gösterememiştir. Aynı şekilde DSP de ulusalcılığı ön plana çıkararak soruna yaklaşmış çare üretememiştir. Her defasında sorunun önemli olduğunu söyleyen siyasi yapılar hiçbir gün samimi davranmamıştır. Hep geçiştirilen sorun büyümüş tek pati dönemi 1932–1938 arası 10 bin ile 30 bin arası kişinin ölümüne ve evlerinden yurtlarından sürülmesine neden olmuştur. Şimdi 1980 den bu yana da yaklaşık 40 bin kişinin yok olmasına ve binerce kişinin cezaevine girmesine neden olmuştur.



Kürt Sorununun başlamasından bu yana Ulusalcıların Türk İslamcıların İslam Türkçülerin çözemediği sorun aslında çözümsüzlüğü bir devlet politikasıdır. Her defasında çözeceğim diye işin içine girerek yüzüne gözüne bulaştıranların korkusu iktidarın nimetlerini kaybetme korkusudur. Şimdiki iktidarında iki yıl önce başlattığı AÇILIM aslında bir yalandı. Çünkü barış karşılıklı tavizlerle sağlanır barışın adımlarını atmak cesaret ve kararlılık ister bu kararlılığa sahip değilseniz geri dönüşü daha çok hüzünlü sonuçlar doğurur. Barış kendi belirlediğiniz yöntemlerle olmaz. Tepeden birilerinin karar almasıyla da olmaz bu konuda 25.09.2009 ve 23.10.2009 yılın da iki yazım var iki yıl önce yazdığım yazıların şimdi doğruluğunu daha iyi anlıyorum. Evet, en doğru arşiv kendi arşivinmiş diyerek bilginize sunuyorum. Yazıların başlıkları.” Barış İçin Aralanan Kapıyı Ardına Kadar Açmalıyız” http://ensoldanbakis.blogspot.com/2009/09/bars-icin-aralanan-kapy-ardna-kadar.html Barışı Bütünlemek İçin Bir Arada Yaşamı Savunmalıyız”  http://ensoldanbakis.blogspot.com/2009/10/bars-butunlemek-icin-bir-arada-yasam.html 




            Neo-liberal muhafazakâr partinin ustalık dönemi savaş çığırtkanlığı oldu. Kimi iki inci Cumhuriyetçi ve liberallerin Milli demokratik devrim dedikleri kendilerinin güdümündeki militarizme (asker) teslim olmuştur. Açılım sonrası gelişmeler tamamen bir fiyasko. Sayın Cumhurbaşkanı iyi şeyler olacak dediğiniz bu muydu? Her türlü anti demokratik uygulamalar yaşandığı iyi şeyler bu mu? Gazeteciler Kürtler Aleviler komşu ülkelerin durumu. Komşularımızla da sorunlar yumağına dönmüş ilişkiler ekonomik gelişmeler kötü, silah tüccarları kazanıyor. Kaybedenler ise bu coğrafyada yaşayan kür'dü Türk'ü Laz'ı Çerkez'i Alevi'si Sünni'sidir. Ne zaman ortak payda içersinde bir birimize saygılı olmayı başaracağız. Hükümet yetkililerinin ve başbakanın dil hiç iyi bir dil değil. Bu dil değişmese ülkemiz kaosa gider. Ve bunun bedellerini emekçi halklar öder.



            Evet, bugün 1 Eylül dünya barış günüdür dolaysıyla Müslümanların da Ramazan-şeker bayramıdır. Ulusalcıların “yurtta sulh cihanda sulh” dediği sözü de hatırlatarak 30 Ağustos zafer bayramıdır da iç barışını sağlayamamış zafer bayramı. İlginç bir rastlantı olan günlerin için deyiz 26 Ağustos 1071 Malazgirt. İçlerinde ki en anlamlısı da enternasyonalce kutlanan 1 Eylül dünya barış günüdür.1939 yılında başlayan 2. dünya savaşı 1945 yılına kadar süren, yaklaşık elli milyon insanın ölümüne, yüz on milyon insanın sakat kalmasına sebep olmuştur. Ve bittiği gün dünyadaki en çok nefret edilecek günler olarak tarihe bronz harflerle yazılmıştır. Faşizmi savaşla beslenir savaşın her ne sebeple olursa olsun baskıdır, kandır ve gözyaşıdır. Bununda sorumluları yönetenlerdir. 2. dünya savaşının mimarları dünyada nefretle anılan kişilerdir. 

            Şimdi ülkemizin tüm kurumların elinde bulunduran İKTİDARA ve MUHALEFET PARTİLERİNE en büyük güç olan MEDYA'YA Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kullandığını dil teklik üzerine yetmez mi artık?

            İki halkın çocuklarının adını ve nedenini bilmediği savaşta ölmesine ne zaman HANGİ İRADE DUR DİYECEK. SAVAŞIN KAZANANI SADECE SİLAH TÜCCARLERIDIR. BARIŞ'IN İSE KAZANANI TÜM ÜLKE İNSANIDIR…

Yazının sözü: Boşuna kendinizi kandırmayın; sürekli yaptığınız şey neyse siz osunuz. ARİSTOTELES 



Tüm Anadolu topraklarının yaşayarak ortak kazanımlarımız olan 26 Ağustos 1071 Malazgirt meydan muharebesini- 30 Ağustos zafer bayram'ını, Dini bayram olan Ramazan-şeker bayramınızı kutlar, Cumhuriyet'in kazanımı olan yurtta barış dünyada barış'ınızı ve Dünyaca kutlanan 1 Eylül Dünya barış günümüzü KUTLARIM…        



15 Ağustos 2011 Pazartesi

Yazarlıkta Beşinci Yıla Girerken Hedefim Siyasetti Toplumsallaştırmak


Yazarlıkta Beşinci Yıla Girerken Hedefim Siyasetti Toplumsallaştırmak


Kırk yaşına kadar iyi okuduysanız hayatı, insanı iyi yorumladıysanız, yaşama çizginizi hiç sapmadan YOLundan yürüdüyseniz korkmadan okunursunuz. Dik durmak küçük beklenti ve çıkarlara tamah etmediyseniz idol olarak seçtiğin kişi iyi kılavuz olmuşsa yaşantısıyla sana ilkeli duruş sergilersen tarihe damga vurur yazarsınız bildiklerinizi. İdolüm olan Fatsalı Terzi ustam Fikri SÖNMEZ'İ saygıyla anıyorum. Yapılması gereken tek şey yılmadan usanmadan devrimci mücadeleye devam etmektir.
Evet, amatörce başladığım köşe yazarlığımın beşinci yılına giriyorum. Her yıl bir diğerini koşturuyor. Her yıl bir sonraki yıldan daha güçlü olmalıdır. İşte dünyaya geldik gidiyoruz yaşamımız boyunca mutfakla tuvalet arası boru olmak mı? Yoksa yaşananlara seyirci kalmadan doğru bildiğin müdahalelerde bulunmak mıdır yapılması gereken?
Siyasete merakım çocukluğumdan başlar henüz on bir yaşındaydım bir sabah kalktık birde baktık her yer askerlerle dolu çocuktum anlayamadım. Sonraları mesleğim icabı yıllar ilerledikçe öğrendik faşist cuntanın gelişen halk muhalefetini yok ettiğini. Yerine getirilen sistem ise tüm yaşamım boyunca halka çile ve ızdırap çektirdi. Kimse başına gelenlerin ne olduğunu anlayamıyor. Cezaevi yaşantısı olan ağabeylerimiz işkence tezgâhlarından geçenler anlatırdı yaşadıklarını bir film gibi izlerdik dinlerdik.
88 kuşağı bu ülkenin en boş kuşağıdır. Çünkü gençliğimiz apolitik asosyal bir ortamda geçti. Kimi arkadaşlarım içkiye daldı, kimileri hovardalık kimileri kumar kimileri ise boş boş yaşadı geçen zamanı. Kimi zaman sıkıldılar kimi zaman tıkandılar çözemediler dayatılan yaşam biçimini oysa birileri kaderlerini masa başında pazarlamıştı. Sistem ve düzenin çarkına kapılmış giden binler milyonlar. Toplamsal muhalefet yok edilmişti yoktu artık, kara borsacılara karşı çıkan yoktu artık, tefecilere karşı çıkan yoktu artık, tütüncünün hakkını savunan. Bir gecede sattılar memlekettin halkın tüm kazanımlarını hâlla sattıkları gibi.
Gel zaman git zaman yıllar ilerliyordu sorgulamayla başlayan yaşamım hala sorgulamaktayım dayatılan yaşam biçimini. Çok sorular sorduk sorulması gerekenlere cevap koca bir yalan. Topluma dayatılan piyasacı liberalizimin bireyciliği tüm toplumu bencilleştirmişti. Dayanışmanın yardımlaşmanın yok edildiği bananeci bir toplum yaratıldı. Dayatılan toplum yapısını reddederek farklı kişilik yapımla mücadeleye koyuldum.
Her çağın kendine göre kazanımları vardır. Bizimde bilgi toplumunun kazanımlarından faydalanarak kişisel çıkar değil, toplumsal çıkarı ön planda tutmaya çalıştım. Yerel basının yaygınlaştığı 2002 sonrası bilgisayarların her iş yerine girdiği bir dönemde hiç yeniliği kaçırmadan yaşantımıza soktuk. akhisar haber.com la tanışır tanışmam üye olduk ve toplumda yaşanan sorunları tartışma imkânı bulduk. Yani yaşadığımız tüm sıkıntıların başında siyaset vardı. O zaman yapılması gereken siyasetti toplumsallaştırmak toplumu siyasallaştırmak. Yalan dolanla yürütülen ülkemiz artık bana açıktan tartışma imkânı vermiştir. Yaşantımın tümünde soru sorduğum sorguladığım sistem ve düzenin yöneticileriyle açıktan tartışma zamanı gelmiştir. Bana cesaret veren yaşadığım 31 yıllık bu şehirdeki çizgimdir. Sapmamayı, düz yürümeyi ilke edindik yaşantımızda. Alışkanlığımız dürüst olmaktı onun için yaşamın bizlere dayattığı zor günlerde bile aza kanat ederek sıkıntılarımızı, yoldaşlarımızla paylaşarak azaltmaya çalıştık. Bizlerin yaşadığı sıkıntıların nerelerden kaynaklandığını biliyor ve onun için toplumsal mücadele olmasa olmazlarımızdandı. Hiç kişisel hesap peşinde olmadım. Her mücadelemin hedef çubuğun da ben değil biz vardır.
2007 yılında başladığım yerel köşe yazarlığı bana çok şeyler kattı. 88 kuşağı olarak sorumluluğumun çok ağır olduğunu bilerek seçtik zor mücadele YOLunu. Yılmadan usanmadan sürekli kesintisiz bir adım daha atarak YEDİ günde bir yazı yazmayı hedefledim.    

2 Ağustos 2011 Salı

Küçük Esnaf Odaları Başkanları ve Yöneticileri'ne Açık Mektup


     Küçük Esnaf Odaları Başkanları ve Yöneticileri'ne Açık Mektup



Bildiğiniz gibi tekelci katalizimden en çok etkilenen küçük esnaf ve sanatkârlarımızdır. Bu yüzden İslam kültürünün en önemli ayı olan ramazan ayında tasarrufun ve paylaşımın olduğunu yaşamak için, iftar yemeklerini küçük esnaf ve sanatkârlar olan lokantacılar odasıyla ortak çalışma yaparak iftar yemeklerini vermelidir. Tekelci yemek fabrikalarından uzak durulmalıdır. Bölgeler arası meslektaşlarımızı bir araya getirerek hem bölgesel sorunlarını ve geleceğe dair sıkıntılarımızı nasıl aşarız diye konuşulmalı. Bir taşta iki kuş vurmanın yollarını bulmalıyız. Her yıl verilen iftar yemeklerinin parası tekelcilerin kasasına gitmesi beni rahatsız etmekte. Böyle bir çalışma yaparak hem ekonominin tekelleşmesine karşı çıkmış olacağız. Hem de ramazan ayında lokantaların ramazan sebebiyle işlerin durmasını aşmak için, birazda olsun normale dönmesine katkı sunmuş olacağız.



Meslek odaları ve örgütleri, üyelerinin çıkarına olan çalışmaları yapmakla hükümlüdür. Bir, devlete karşı iki, kurumlara karşı üç, meslektaşlar arası çıkan haksız rekabete karşı sorumluluk alarak çözülmelidir. Akhisar'ın ve Türkiye'nin esnaf ve sanatkârları gelecekten kaygılıdır. Mevcut sistem sorgulamaz isek gelecekte bağımsızlığımız ellerimizden alınacak ve tekelci şirketler ilçemize yerleşecekler. Birazcık öngörü sahibiyseniz tekelci kapitallerin bizlere gelecekte zor günler yaşatacaklarını görmelisiniz. Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Felsefi değerleri ön plana çıkarmak gerekmiyor mu?  “Pabucumuz dama atılması” sizleri rahatsız etmiyor mu? Hani “ben siftah yaptım komşum yapmadı” anlayışı gibi felsefi değerler hatırlamak gerekmez mi? 



Kim devlete karşı üye haklarımız savunacak? Sosyal, toplamsal ve ekonomik sorunlarımızı bir yumak halinde, kim devlete “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” diyecek? Küreselleşmenin getirdiği tekelci anlayışa kim dur diyecek? Biliyorsunuz belediye kurumu biz küçük esnafı korumaya yönelik hiçbir çalışma yapmamaktadır. Gerek hafta tatil ruhsatı, gerekse ruhsat işlemlerinde, gerekse reklâm, çöp, sağlık karnesi işlemlerinde abartarak ücret almaya çalışırken karşılığında bizleri kamu (toplum halk yararı) alanında yaşayan esnafların ileride yaşayacağı sorunlara ilişkin önlem almıyor. Bu konuda esnaf odalarının yöneticilerinin olarak nasıl önlem almaktasınız. Çalışmanızı bilmek isterim. 



Vergi dairesi Bağ-Kur SSK ve diğer kurumlar olarak yaşanan sorunlara hükümetin önerilerinin dışında üyelerin kurumaya yönelik neler önermektesiniz? Var olan borç taksitlendirmesinin ödenebilmesi için esnafa haksız rekabet ortamının oluşmaması için neler yapılmalı. Bu konuda kurumların yanlış politikalarını uyarmanız gerekmiyor mu?   



KOSGEB kurumunun yaklaşık bir yıllık çalışmasını izlemekte misiniz?  Tekelcilikten en çok etkilenen odanın olan bakkallar odasına hiçbir yararı değil tamamen zararı olacağını bile bile nasıl meşhurlaştırır bu çalışmayı. Tüm oda üyelerini etkileyecek bu girişim için üyeler arası dayanışmayı nasıl sağlamayı düşünüyorsunuz? Küçük esnaflarımızın doğal olan sosyal, toplumsal ve kültürel bağlarını çözemiyorlar. Yaşama hakkımız olan örgütlülüğümüzü ve dayanışmamızı güçlendirmesek çok kötü günler bizleri bekliyor.  

 
Yazının sözü: Örgütlü Güç Yenilmez.