26 Haziran 2010 Cumartesi

Kürt Sorununa Sağduyuyla Yaklaşmalı Devrimci Çözümler Üretmeliyiz.


Kürt Sorununa Sağduyuyla Yaklaşmalı Devrimci Çözümler Üretmeliyiz.



Geçtiğimiz yılın başlarında, Cumhurbaşkanının bir gezi sırasında uçakta “iyi şeyler olacak'la” başlayan söyleme maalesef olmadı. Çok kötü şeyler oldu. Koca bir ülke olarak sorunlarımız çok, aile büyüklerimiz büyük bir aileyi maalesef iyi yönetemiyorlar.87 yıllık Cumhuriyette 21. yüzyılda neleri tartışıyoruz, neleri yaşıyoruz. İşsizliğin, yoksulluğun, açlığın, sefaletin yaşandığı dünyamızda ülke olarak da bizlerde nasibimizi alıyoruz. İnananlar Âdem ile Havva'dan geldiğimizi iddia ederler. İnanmayanlar maymundan geldiğimizi iddia ederler. İster Âdem ile Havva dan ister maymun suyundan gelelim. İki farklı görüşe göre aslında uç noktada kardeş olduğumuz anlaşılır. Kardeşler aynı anneden aynı babadan dünyaya gelen karındaştırlar. Aile büyükleri var olan varlıklarını paylaşırken haksızlık etmemelidirler. Koca dünya doğasıyla, suyuyla, toprağıyla insanlığa sunulmuştur. İster inancımıza göre büyük bir nimet deyin ister gerçek yaşanan bir cennet deyin cenneti cehenneme çevirenler utansın.

19. yüzyılda yaşadığımız 1.paylaşım savaşı ve 2. paylaşım savaşı koca koca dünyada yöneticileri ilk önce savaştılar, yediler birbirlerini sonrada oturdular masa başında haritalarla parsellediler bu güzelim dünyamızı. Kimisi misak-ı milli sınırları dedi kimisi Almanya sınırları dedi. Kimisi Rusya sınırları dedi. Kimisi Irak sınırları dedi. Kimisi de jandarma oldu hepsinin tepesine dikildi. Benim kıtam değil, benim bölgem değil. Şu doğal kaynaklarımızı ben kullanacağım dedi.(Bakın bakalım uzaydan sınırlarınızı gören var mı?) Kimi zaman güç olmamamız için fit soktular. Kimi zaman bölüp parçalayıp yönettiler. O kadar mücadele verdiniz savaşmak için birazda sınırsız ve sömürüsüz bir dünya için caba harcasaydınız.1959 yılında başlayan ikili anlaşmalarla TSK'ni teslim aldılar. Silah tüccarları devlete silah sattılar ve devamında gelen iki darbe üç muhtıra sonucu (27 Mayıs 12 Mart 12 Eylül 28 Şubat 27 Nisan ) sosyal, kültürel ve ekonomik yaşam alanlarımızı planladılar ve yönlendirdiler. Bunları yapan emperyalist güçler mi? Barış start verdi. “İyi şeyler olacak” ile başlayan süreç bizim kararımız değildir. Birilerinin orta doğu çıkarları olduğundan dolayı bizlere barış dayatıldı. Her ne pahasına olursa olsun sosyalistlerin barış konusundaki yaklaşımları çok netti. Desteklenmelidir. Ama ABD, AB, Talabani, Barzani güdümlü olmamalıdır. Hatta Abdullah GÜL, R.T.ERDOĞAN, İlker BAŞBUĞ, Abdullah ÖCALAN, Ahmet TÜRK'LE de yeterli değil yukarıdan aşağıya yerarşik bir düzen içinde sağlanamayacağı bunun bir arada yaşama koşullarına oluşturulması için aşağıdan yukarıya doğru sorunun sosyo-ekonomik boyutunu çözerek yapılmasıdır. ÖDP' nin 2005 yılında BİR ARADA YAŞAMI SAVUNALIM mitinginden bu yana 2009'da “iyi şeyler olacak”  denildikten hemen sonrada Kürt sorununa Sosyalist bakış adlı paneller, seminerler ve söyleşilerle de dile getirildi bu taleplere. Ülkemizin tekelci basın medya güçleri bu iyi niyetli önerilere yer vermedi. Güçlerinin yettiği seslerinin çıktığı oranda dillendirmeye çalıştılar. Bu taleplerini tabiî ki sol sosyalist devrimcilerin duruş noktasından hareket ederek oluşturdular. Soruna emek sermaye, ezen ezilen çelişkisinden doğru bakmıştır. Sorunlar aslında 29 bin milyoner milyarderin yarattığı sorundur. 29 bin milyoner ve milyarder kimliklerine ve inançlarına baktığımızda bunlar; Türk kökenli, Kürt kökenli, Yunan kökenli, Yahudi kökenli, Ermeni kökenli inançları da Alevi, Sünni, Hristiyan, Müslüman ve Musevi inançlarındandır. 29 bin milyoner ve milyarder farklı inançlardan farklı kimliklerden ortak çıkarlarını çok iyi korumaktadırlar. Esas sorun 72 milyon ülke nüfusu olan halkımızın sorunudur. 29 bin'e yandaş ve işbirlikçi 2 milyon daha ekleyelim yanına.2 milyon 29 bin kişi yapar.70 milyon halkım uyuma! Ekonomin tekelleşiyor. Esas sorunun özü budur. Ekonominin tekelleşmesi ile yüz yıllardır aynı topraklarda aynı coğrafyada yaşadığım halklarla sizi düşman ediyorlar. Sayın Başbakan ne hırslıymışsın be! Ne sağırmışsın be! Ne benmerkezciymişsin be! Kendine vahiy indiğini mi sanıyorsun? Astığım astık kestiğim kestik önüne gelene posta koyuyorsun bu ne sinir harbidir? Sağlık sorunların mı var tüm toplumun sağlığını bozuyorsun. Biraz ülke halkları için Başbakanlık yap. Yaşanan sorunları ve savaşı diyalog yöntemi geliştir çöz.  Her okuyana her üniversite bitirene iş bul üniversite okuyanlara kredi verme ücretsiz eğitim ver. Devletin ve kamu yatırımlarını sermayenin insafına terk etme. Siz'e halk iş, aş, huzur ve mutluluk getirmeniz için oy verdi. Ya o neo-liberal politikalarını terk edersiniz. Ya sosyal devlet olursunuz ya da sandığa gömülüp defolur gidersiniz.

Sonuç olarak savaşmak kolay barışı örmek, sevgiyi yeşertmek, dostluğu pekiştirmek bir arada yaşamı savunmak zordur. Ön yargılarımızı yıkarak soruna barışçıl çözün üretmeliyiz. Sorundan kaçarak sorunu umursamayarak, sorunu başka yerlere havale ederek çözme imkânımız yok. Siz aile içerisinde yaşanan sorunları konuşarak eşit adilce paylaşarak çözüm üretirseniz dış güçlerin yapacağı hiçbir şey kalmaz. Dış güçler avuçlarını yalarlar, baka kalırlar.İkiyüzlü bukalemun toplum olmamalıyız.Yaşanan sorunlara net objektif yaklaşarak devrimci çözümler üretmeliyiz.Ne milliyetçi bakış açısıyla (Kürt,Türk) ne ulusalcı bakış açısıyla (Türk,Kürt) ne ikiyüzlü liberal yaklaşımla çözebilirsiniz. Liberal sistem bizleri getirdiği nokta yaşadığımız konumdur. Hitler faşizminin yaptıkları hâlla aklımızdan çıkmadı. Sorunları eşit özgür bir iklim yaratarak demokratik kuralları işleterek çözebiliriz. 23 Haziran günü, bir gün gazetesi köşe yazarı Mehmet Süha ALPARSLAN'IN son cümleleri dikkatimi çekti şöyle söylüyor: Birgün gazetesi köşe yazarı “Unutulmamalıdır ki sorunun en karmaşık hale geldiği anlar aslında sorunun çözümüne en çok yaklaşılan anlardır.” ALPARSLAN'IN şu cümlelerine hak vermemek elde değil. Sorun çözümünde politik duruş devrimcilikle olur. Şimdi sosyalistlerin ve devrimcilerin çözüm konusunda sorunluluk aldığı an olmalıdır. Soruna duygusal bakmamalıyız. Sağduyuyla yaklaşmalı sol politikalar üretmeliyiz. Daha çok suçsuz ve masum insanların ölmemesi için.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

CHP'nin Halk Devrimciliği Nereye Kadar?


CHP'nin Halk Devrimciliği Nereye Kadar?

Ezilen halklar için sol iklim şart…

Cumhuriyet ve laiklik kavramları içinde halkın kendi kendisini yönetmesi önemlidir. Çağdaşlaşma yolunda ilerlerken Cumhuriyet ve laiklik ülkemizin yönetim anlayışını tanıştıran CHP maalesef bu kavramların içini boş bırakmıştır. Ülkemiz coğrafyamızda halkları çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı bir ortak payda zenginliği olarak başaramamıştır. Suni bir inanç tek kimlikli milliyetçi anlayışı dayatarak yaşadığı coğrafyasında ki farklılıkları görmezden gelerek asimile edilmeye çalıştırılmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisinin tek partili dönemin içinde en önemli projelerinden birinin köy enstitülerinin olmasıdır. Farklı coğrafyamızın farklı iklim koşullarına göre 7 bölge 21 okul ülkemizin geleceği açısından çok önemlidir. Ama maalesef 1940 de başlayan 1955 de kapatılan bu önemli projenin geldiğimiz 2010 yılında büyük eksiklini yaşamaktayız. Köy enstitülerinde yetişen öğrenciler 1960'larda toplumsal muhalefetin örgütleyicileridir. Farklı halkların farklı kültürlerin bir arada yaşayabilmesi için emek- sermaye, ezen- ezilen ülkenin bağımsızlığı için mücadele vermişlerdir. 6. Filo'ya defol NATO güdümlü yönetim anlayışlarına hep karşı durmuşlardır. Ülkenin bağımsızlığı halkların kardeşliği için verilen bu mücadelede darbeciler ve işbirlikçiler tarafından katledilmiştir. Köy Enstitüleri ne amaç için açıldı? Neden kapatıldı? Bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığı ile başlayan sol iklimin oluşması elbette güzel. Halkın devrimcisi olmak halkların bir arada yaşaması için devrimcilik yapmaktır. Oysa devrimcilik, milliyetçilik ilkesi olan CHP'nin tek kimlikli bir yapıdan uzaklaşıp çok kimlikli bir huzurun sağlanmasıyla oluşur. Laiklik ilkesi ise suni bir inanca cemaatler ve tarikatlar yetmiyormuş gibi diyanet işleri adı altında her yıl yükselen kaynak aktarımıyla yok edilmektedir. Azınlık dahi olsa adı laik ülke denilen ülkemizde farklı inanç yapılarımız var. Kendini Müslüman kabul eden ama maalesef suniler tarafından aleviler tanınmamaktadır. Alevi açılımı yapan mevcut iktidar zorunlu din derslerini dayatmaktadır. Cemevlerini tanımamaktadır. Oysa ülkemizde sayısı 20 milyon olduğu söylenen Alevilerden ülke ekonomisine katkı sağlanarak ( vergi, işgücü vb.) inançlarını ise tanımaktadır. Gayri Müslim denen Hristiyan ve Musevi yurttaşlarımızda bu ülkede yaşamaktadır. Aleviler gibi ülke ekonomisine katkı sunmaktadır. Halkın devrimcisi olmak halkın kapitallere karşı haklarını korumakla olur. Bildiğimiz gibi yerelde ve genelde CHP'nin içerisinde TÜSİAT yanlısı kapitaller var. Kılıçdaroğlu çok önemli sol söylemleri ön plana çıkarmıştır. İşsizlik, yoksulluk ve açlık gibi kavramlar özellikle dikkat çeken  “taşeronlaşmayı tarihe gömeceğiz ” sözünü kullanmıştır. Bunu kendi yerel belediyelerinde ve kendi genel politikalarında nasıl sağlayacaktır? Bu da ciddi bir soru işaretidir. Karşıyaka Belediyesinin geçtiğimiz yıl işçilerine yaşattığı olumsuzluğu nasıl çözecektir? Tekel işçileri, Karşıyaka Belediyesi işçileri, İstanbul itfaiye işçileri, Zonguldak maden işçileri ve diğer taşeron şirketlerde çalışan işçiler aynı kaderi yaşamaktadır. Ana muhalefet partisi olan CHP'nin iktidar partisi AKP ile aralarında fark yoktur. Mevcut sistemden beslenenler nasıl faklı bir sistemi savunur. Sorunu esasen medyatik olmakla değil örgütlü toplum olarak çözebiliriz. Gerek 23–45 arası tek partili iktidar gerek DP, AP iktidarları gerek MC hükümetleri gerekse ANAP ve AKP iktidarları tarih boyunca ülkemizi yönettiler. Halk bu iktidarlara tarih boyunca yetki verdi, oy verdi ve iktidar yaptı. Karşılığında 1 trilyon dolara yaklaşık iç ve dış borç koskoca bir hiç…

Halkların bağımsızlığı adına canlarını verenler Mustafa SUPHİ, (15 arkadaşı) Nazım HİKMET, Taylan, Mahir ve ON'lar, Deniz, İbrahim, Ulaş, Yusuf, Hüseyin, H.Cevahir ve binlerce devrimciler. Vahşi kapitalizmin yaşattığı ülkemize ve Dünya'daki sorunlardan kurtulmanın yolu sol, sosyalist sistem ve devrimci mücadeledir. Sorunlar o kadar çok birikti ki ne liberal yaklaşımla ne muhafazakâr sağ politikalarla ne de ulusalcı ve milliyetçi politikalarla çözülür. Kılıçdaroğlu'nun kullandığı gibi devrimci kavramının kullanılması ihtiyaç değil, bir zorunluluktur. 2008 krizi sonrası sınıf mücadelesinin gerekli olduğunu, bunun da eşitlik, özgürlük ve devrim yolunda çözüleceğidir.  



21 Mayıs 2010 Cuma

Belediyemizde 2008–2009 da İki Birime Harcanan Para 3,600 Trilyon


Belediyemizde 2008–2009 da İki Birime Harcanan Para 3,600 Trilyon 

Akhisar Belediyesinin 2009 yılı bütçesi 5 ay gecikmeli münakale edilerek açıklandı. 2009 yılının Kasım ayı meclis toplantısında açıklanan 2010 öngörü bütçesinde dikkat çeken Halkla İlişkiler ve Basın Yayın birimine ayrılan bütçe 1 trilyon 80 milyar idi. 2008'de harcanan bütçede anormal bir düşüş yaşanmıştı. 1 trilyon 270 milyar düşmüştür. Yani 2008 yılında yerel seçime 1 yıl kala Halkla İlişkiler ve Basın Yayına harcanan para 2 trilyon 350 milyardır. Ülkemizin gerek genel gerekse yerel iktidarlarını kendi siyasal bakış açılarına göre örtülü ödenek adı altında harcamalar yapılmaktadır. 1990'larda, Tansu ÇİLLER döneminde ortaya çıkan Başkanlığa bağlı örtülü ödenekten kirli ilişkiler için harcama yapıldığını öğrendik. Düşünün bir iktidar kendi iktidarını korumak için ülke kaynaklarını istediği gibi kullanıyor ve bununda hesabını kimseye vermiyor. Bunun da adı örtülü ödenek oluyor. Minareyi hazırla kılıfına uydur. Yerel iktidarların da birçok ülkedeki yolsuzluklarını duyduk. Taşeron şirketlere yereldeki hizmetlerin verilmesi vasıflı ve vasıfsız işçilerin bu şirketler tarafından çalıştırarak özellere peşkeş çekildiğini bilmekteyiz. Çıkarılması zor yasaların iktidar meclis üyeleri tarafından çıkartılarak buna karşılık dolaylı yollarda araç hediye etme veya bazı birimlere gerekli olan araç alımında fatura edilerek el altından çok şeylerin döndüğünü duyuyoruz. Bu tür demokratik anlayışlarda suistimallerin olması gayet doğaldır. Çünkü 5 yıl görev alırken halkın oylarını almak için her türlü yalanın, üçkâğıdın söylendiği karşılığında oylarını alıp halk adına hiçbir şey yapılmadığı görülmektedir. Mevcut iktidarımızda 2004 yılında seçime yakın bir zamanda broşürlerinde olan 40 vaatle yola çıkıp 2009 seçimlerinde 5 vaadini yerine getirerek 35 vaadini maalesef yerine getirememiştir. 2004 ve 2009 yılları arası halka hiç faydası olmayan ama birkaç şirkete faydası olan 3 önemli iş yapmıştır. 


    1.  Akhisar Belediye binası
    2.  Alt yapısı olmayan kentimize taş döşenmesi
    3.  Gölet denen bir yapının Akhisar'a yapılması
Belediye binası, yerlere taş döşemek ve gölet gerekli olabilir. İhtiyaç da olabilir ama halkın acil ihtiyaçlarını sıraya koyduğumuzda bu yapılan 3 yapı öncelikli sırmalarda yer almadığını düşünüyorum.


    1. Belediye binasında yaşanan olumsuzluklar daha yeni tamamlandı.

    2.Taş döşenen kentin sokakları alt yapı eksikleri olduğu için tekrar tekrar kazılarak yapılmaktadır. 
Telekom ve Tedaş'a bağlı işlemlerin alt yapısı yapılmadan üst yapı makyajlanarak halka sunulmuştur.

    3.Seçim dönemlerinde dile getirilen 1947 yılından bu yana yağmur suları şebekesinin yenilenmediği ve bunun acilen yenilenmesi gerektiğini uzmanlar tarafından dile getirildi. Zaten Akhisar'ın 4–5 km yakınına yapılan gölede gerek kalmadı. Çünkü yağmur yağdığında her köşe başında küçük küçük göletler oluşmaktadır. Birçok para harcanarak yapılan göledin de bir anlamı yoktur.

 Sadece yerel iktidarın başkan ve yardımcı başkanların ego tatminidir.

 2009 yılının gideri özel kalem Halkla İlişkiler ve Basın Yayın gideri 1 trilyon 250 milyar Tanıtım ve Konuk Ağırlama 2009 için 500 milyar.

2008 yılının gider bütçesinde özel kalem Halkla İlişkiler ve Basın Yayın gideri 2 trilyon 350 milyar. Tanıtım ve Konuk Ağırlama hakkında ayrıntılı bilgi yok.


Halkla İlişkiler bir nevi örtülü ödenek diyebilir miyiz? Bilemiyorum. Özel kalem adı altında tümden bir gider olduğudur. Sadece tanıtım ve konuk ağırlama adına 500 milyar civarında paranın harcandığını öğrenmiş bulunmaktayım. Halkla ilişkiler birimi adı altında belediye başkanı, başkanları ve iktidar belediye meclis üyeleri tarafından siyasal yandaşlarına gerek ramazan döneminde gerekse farklı dönemlerde siyasi rüşvet verir gibi para harcanmaktadır. İnisiyatifi başkan ve başkan yardımcıları tarafından elde tutulan halkla ilişkiler ve basın yayın 2008 ve 2009 yıllarında 3 trilyon 600 milyar yani sonuç olarak seçime 1 yıl kala ve seçim yılı belediye kurumunun kaynaklarını bu kadar ciddi harcanarak seçim kazanılmıştır. Adalet ve kalkınma partisinin ADALETİ! 




1 Mayıs 2010 Cumartesi

Taksim Meydanını Tekel İşçileri Kazandırdı.


Taksim Meydanını Tekel İşçileri Kazandırdı.


1977 yılında başlayan karanlık güçler tarafından karartılan ülkemiz 12 Eylül faşist cuntasıyla devam eden süreç “Hak verilmez, alınır.” mantığıyla işçilerin ve emekçilerin mücadelesi sonucu Taksim Meydanı kazanıldı. Yaklaşık 5 yıldır hükümetlerle girilen çatışma her yıl mücadele direnişini yükselterek egemenlere korku salıp pes ettirmişlerdir.
Taksim Meydanı birçok spor gösterilerine sahne olarak serseri futbol fanatikleri tarafından masum insanları katletme alanı olmuştur. Oysa yıllardır işçilerin ve emekçilerin kutladığı alanda kimsenin burnu bile kanamamıştır.1977 yılında karanlık güçlerin harekete geçip işçilerin ve emekçilerin gelişen toplumsal muhalefetini sekteye uğratmak ve mücadelesini engellemek için katledilen kişilerin sayıları hala devlet arşivlerinde net değildir. Hayatını kaybedenlerin sayısı kimine göre 33 kimine göre 37 kimine göreyse 42'dir. 1978, 1979 ve 1980 yıllarında karanlık güçlerin egemenlerin çıkarlarını korumak için Çorum, Maraş ve Malatya olayları yaşanmıştır. Oysa Türkiye'nin birçok ilinde ve ilçesinde sokak olayları ve katliamlar yaşanmaktaydı. Ülkemiz 1979 yerel seçimlerinde Fatsalı terzi Fikri'nin belediye başkanlığı dönemini de yaşadı. Fatsa yerel yönetiminin birinci yılını doldurmadan 12 Eylülcüler tarafından “Nokta Operasyonu” yapılarak halk yönetimini engellemişlerdir. Darbe sonrası ülkede ve dünyada kapitalizmin yoğun saldırısı altında kalan ülkemiz neo-liberal ekonomik politikalara teslim olmuştur. Dünyada ve ülkemizde 1990'larda gerek Berlin duvarının yıkılışı gerekse Sovyetlerin dağılması sonucu sosyalizm bitti psikolojisi yayılmıştır. 2000'lerde başlayan kapitalizmin sorgulanma dönemi ülkemizde ve dünyada ekonomik krizlerin 2001 ve 2008 yılından itibaren birçok kavram kargaşası yaratıldı. Bu kargaşa içerisinde gerek sağ liberallerin gerekse sol liberallerin kalemşorları tarafından sınıf mücadelesi bitti sözüne karşı Tekel işçilerinin 2009 sonlarında başlattıkları direniş sınıf mücadelesini ezen-ezilen, emek-sermaye sınıf mücadelesinin yeniden başladığına işaret etmiştir. Oysa ülkemizde devrimci mücadeleyi verenler muhakkak ülkemizde yaşanan sorunları aşmanın yolunun sınıf mücadelesi olduğunu yılmadan usanmadan dillendirmişlerdir.
Emperyalist ülkeler tarafından tekelleştirilen ülke kaynakları ve yaşam alanlarımızı tekelleştiren kapitallere dur demeliyiz. Yoksulluğun sınıf mücadelesi ile aşılamaz söylemine karşı Tekel işçileri ile birlikte verilen mücadele Taksim Meydanı da kazanılmıştır. İşsizliği ve güvencesizliği yaşadığımız ülkemizde 1 MAYIS günü alanlarda mücadele çıtasını yükseltmeliyiz.

Yaşasın İşçinin Emekçinin Bayramı…


1 MAYIS
Günlerin bugün getirdiği, baskı zulüm ve kandır.
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez,
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.

1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.

Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından,
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.

1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı,
Devrimin şanlı yolunda, ilerleyen halkların bayramı.

Ulusların gürleyen sesi, yeri göğü sarsıyor,
Halkların nasırlı yumruğu, balyoz gibi patlıyor.
Devrimin şanlı dalgası, dünyamızı kaplıyor.

Gün gelir, gün gelir zorbalar kalmaz gider,
Devrimin şanlı yolunda, kül gibi savrulur gider.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Esnafa Çiftçiye Ve İşçiye Ekosistem Gereklidir.


Esnafa Çiftçiye Ve İşçiye Ekosistem Gereklidir.


 Yoğun bir çaba ve koşuşturma sonucu esnaf odaları seçimi bitti. Her 4 yılda bir yapılan oda seçimleri aynı sistem ile 3 değişiklik yapılarak sonuca ulaştı. Neo-liberal ekonomik saldırılardan en çok etkilenenlerden biri olan küçük esnaf ve sanatkârlarımız çok ciddi eleştiri ve muhalefet yapılmadan aynı tas aynı hamam devam ediyor.

Ülkemizdeki genel anlayışa denk gelen seçim anlayışımız odalarda da seçim rüşveti verilerek gündelik çıkarlar ve beklentilerle kendini gösterdi. Ama genel ama yerel seçimler öncesi seçime dayalı beklenti oda seçimlerimizde de ortaya çıktı. Seçimden 1 yıl önce oda başkanları tarafından gerek aidatların gerekse evrak alışverişlerinin idare edilmesi birçok oda başkanını sonuca götürmüştür. Oda üyeleri yaşanan tekelci kapitalistlerin yoğun bir şekilde saldırısına uğradığı şu dönemlerde esnaflarımızın sorunların öznesi olmaları gerekiyordu. Oysa beklenen olmadı esnaflarımız nesnesi olmay tercih etti. Önümüzde hem oda yöneticileri hem de üyeler için çok zor bir 4 yıl var. Böyle giderse esnaf ve sanatkârlar sorunları ile yalnızlaştırılarak çözüm üretemez hale gelecektir. Çünkü zincir market ve mağazalardan direkt etkilenen bakkal, hazır giyim, ayakkabıcı, elektronik eşya satanlar, sebze-meyve satanlar ,( pazarcı esnafı) kasap, fırın, penye atölyelerimiz ve mobilya mağazalarımız bulunmaktadır. Bu yüzden mevcut küçük esnaflarımızın sorumlusu olan odalar önümüzdeki dönemde üyelerinin sorunlarına ilişkin ciddi örgütlenerek çözüm üretmelidirler.  Dolaylı yoldan etkilenen hizmet sektörümüz lokanta, kahvehane, kadın erkek berberleri, çeşmeci, şoförler,  sanayi esnafı (demirci, marangoz, keresteci, tamir işleri vs.) bu hizmet sektörlerinde bulunan esnaf ve sanatkârlarımız çok büyük ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya kalacaktır. Bu yüzden direkt etkilenen odalar içe dönük üyelerinin haklarının korunması için gerek bölgesel gerek genel tartışma süreci başlatmalıdır. Dolaylı yoldan etkilenen hizmet sektörü odalar ise direkt etkilenenlerin haklarının korunması ve kendi haklarının korunması için çalışmalar yürütmelidir. Zincir mağaza sayımız gün geçtikçe Akhisar'ımızda çoğalmaktadır. Market sayısının 20-25 arası olduğu diğer giyim, mobilya, elektronik, eşya, ayakkabı vs. ile birlikte 30-35 civarındadır. Yalnız marketlerin günlük ekonomiyi tekelleştirme rakamı 100-120 bin TL'ye ulaşmaktadır. Bu gelişen vahşi tekelciliğe karşı durmazsak birçok esnaf ve sanatkâr askeri ücret gibi açlık sınırının altında rakamlara teslim olmak zorunda kalacaktır. Akhisarlı tüm halkımıza. Çiftçilere kota getirilerek çiftçilik yapamaz duruma getirildi. İşçiler özelleştirme politiklarıla kamusal hizmetleri piyasalaştırıp ve taşeronlaştırarak işsiz kaldı. Dünya'yı ve ülkeyi küreselleştirme politik saldırılarını küçük esnaf ve sanatkârın üzerine yöneltmektedirler. Küçük üretici çiftçi olmazsa, devlette ve kamu kurumlarda işçi çalışmazsa nasıl esnaf siftah yapar? Çiftçiler imece kültürünü içe dönük geliştirmelidir. İşçiler işçi sınıfı bilinci edinmelidir. Esnaf ve sanatkârlarımızda “Ben siftah yaptım. Komşum yapmadı.” Anlayışını iç içe sokarak örgütlemeliyiz. Eko sisteme benzer yaşam alanlarımızda çiftçi, işçi, esnaf ve sanatkâr doğal denge kurarak diyalog içerisinde olmalıdır. “Ben çiftçiyim yaşama hakkım için siyaset yapıyorum.” Demeliyiz. “Ben işçiyim. İşçi sınıfının sendikasızlaştırılmasına ve özelleştirmesine karşı çıkmak için siyaset yapıyorum.” “Ben esnafım zincir alış veriş merkezlerine karşı, tüm esnaf ve sanatkârların ve tüm halkın haklarının korunması için siyaset yapıyorum.” Kısacası neo-liberal kapitalist saldırılara karşı politika yapan yalancı politikacılara dur demek için siyaset yapmalıyız. Tüm toplumumuz adına. Toplumun siyasallaştırılması siyasetin toplumsallaştırılması kaçınılmaz bir görev olmuştur. Dirilerek ve dikelerek ayağa kalkıp güzel bir dünya güzel bir ülke mümkün diyerek tüm yaşam alanlarımızı örmeliyiz. 

29 Mart 2010 Pazartesi

Esnaflarımızın neden kötü durumda olduğu anlaşıldı?


Esnaflarımızın neden kötü durumda olduğu anlaşıldı? 


Forbes, 2010 yılının milyarder listesini açıkladı. Küresel krizin Dünya'da ve ülkemizde yalan olduğu bir kez daha egemenlerin dergisi tarafından açıklandı.

Hani 2008 yılında Mortgage krizi ile başlayan yalan politikaları Forbes dergisinin 2009 yılında 793 olan milyarderler sayısı 2010 yılında 1011 kişiye yükselmiştir. Bu nasıl bir kriz? Akhisar'ımızda krize karşı 14 maddelik imza kampanyası başlattığımızda ana sloganımız “ Kriz var diyorlar halkı sömürüyorlar.” dı. Dünya'da Forbes sömürenler örgütü sözcüsü. Ülkemizde TÜSİAD ve MÜSİAD örgütü. Bir önceki yıl Dünya'da milyarderler sıralamasına 13 kişi dâhil etmişiz. Bu yıl 28 kişi dâhil olmuş. Ülkemizde yaşanan ekonomik krizden zenginlerimiz epeyce nasibini iyi almış sayısını da %120 yükseltmiş. Ülkemizde MÜSİAD'IN yıldızı epey parlamaktadır. En çok da dikkat çekenler MÜSİAD'ÇI BİM marketlerinin en büyük hissedarı Mustafa Latif TOPBAŞ ve Habaş'ın patronu Mehmet Rüştü BAŞARAN'dır. Topbaş geçtiğimiz yıl serveti olan 500 milyon doları bu yıl 1 milyar dolara yükseltmiştir. Evet, ülkemizdeki ve şehrimizdeki esnaf ve sanatkârlarımızın amansız tekelci rakiplerinden biri bir yılda %100 servetini yükseltirken direk etkiledikleri bakkallar, dolaylı yoldan etkiledikleri diğer esnaf ve sanatkârlardır. Hani Recep Tayyip Erdoğan iktidara gelmeden önce Şeyh Edebali'den güzel sözler okuyarak halkın duygularını sömürerek oy almıştı. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın. Devlete ve hükümete esnaf ve sanatkârlar konfederasyonu tarafından yıllardır önlem alınmasını söylemektedir. Maalesef halktan uzak sermayenin hükümeti olan AKP iktidarı esnaf, sanatkârın ve diğer ezilenlerin hükümeti olamamıştır. Esnafı koruyacak hiçbir tedbir alınmamıştır. Hiçbir yasa çıkarılmamıştır. AKP hükümeti 2008 krizi sonrası sermayenin stoklarını eritmek için 0 KDV ve işçilerinin SSK Primlerini üstlenmiştir. Sözde Karşılığında çalışan işçilerin işten çıkarmamayı istemiştir. Ama ne yazık ki bu dönem içinde işsizlik tarihi rekor kırmıştır. Bu yollarla sermayenin cebine inen para 100 milyar dolardır. Dünyada ve ülkemizde kriz bahane edilerek milyarder sayımız 28'e yükselmiştir. Ülkemizde iktidara geldiği günden bu yana ülke sorularını ikiye üçe katlamıştır. AKP iktidarı geçtiğimiz günlerde sorunları olan esnaf ve sanatkârlardan bıkmış olacak ki bir de bakkallara çattı, 3-4 bakkal bir araya gelsin büyük market açsın demiştir. Başbakana sormak lazım koca, koca adamlarsınız ülkeyi yönetmek için mecliste bir araya gelebiliyor musunuz ki bakkallara bir araya gelin önerisinde bulunuyorsunuz.

Kısaca TÜSİAD ve MÜSİADCILAR'IN yerelimizdeki temsilcileri kriz sonrası 36 basamak atlayarak başarı sağladı ve EGE de ihracatta 3. olmuştur. Krizden buyana işçi çifti esnaf ve sanatkârlar alta doğru kaç basamak inmiştir? Kaçıncı olmuştu? Yine Forbes dergisinin açıklamasına göre 2009'da Türkiye genelinde işsiz sayısının bir önceki yıla göre 860 bin kişi arttığını ve 3 milyon 471 bin kişiye yükseldiğini de belirtmiştir. Ülkemiz işsizlik sıralamasında Dünyada 4. sırayı almıştır.

Zengini yaşat ki devlet yaşasınEğer bir yerlerde kazananlar varsa bilin ki birileri kaybediyordur. Kaybedenlerin ve kazananların kim olduğu çok net olarak görülmektedir. Onun içindir ki esnaflarımız yüzünü sola dönmeli ve kulak vermelidir. Sen esnafsın siyaset yapma anlayışını reddedip kendi haklarımız adına siyaset yapmalıyız. Tekelleştirmelerin önünü açan bu iktidardan hem yerelde hem genelde hesap sormalı ve kurtulmalıyız.

23 Şubat 2010 Salı

Tekel İşçileri Kazanırsa Hepimiz Kazanacağız!


Tekel İşçileri Kazanırsa Hepimiz Kazanacağız!

Her yıl tütün piyasaları Kasım ve Aralık aylarında tekelden sorumlu bakanın katılımıyla önce İzmir Cuma Ovası Gavurköy daha sonra da Akhisar'da açılması gelenek halini almıştı. Ama 1989 yılında Kasım ve Aralık ayları geçmesine rağmen bir türlü piyasa açılmamıştı. Her sene Cuma Ovasına ve Akhisar'a gelerek Ege Ekici Tütün Piyasasının açılışını yapan ilgili bakan buralara gelemedi. ANAP hükümeti bir kararname ile Tekel'e kredi musluklarını kapatmış ve destekleme alımlarının yükünü Tekel'e yükleyerek kendi yağınla kavrul demişti.
İşte 1989 yılında açılamayan Ege Ekici Tütün Piyasası yılan hikâyesine dönmüştü. Birkaç kez akşam haberlerinde yarın Tütün Piyasası açılıyor lafını duyan üreticiler köylerinden şehre geliyor piyasanın ertelendiğini duyuyorlardı. İki kez piyasa açılacak deyip erteleyen hükümet nihayet 11 Şubat'ta piyasanın yarını yani 12 Şubat 1990 günü açılacağını ilan etti. İşte o yıllarda yanılmıyorsam Akhisar'da 28 000 üretici vardı. Bunlar 12 Şubat günü saat 09.00'dan itibaren Tekel'in önüne toplanıp Tekel Bakanı'nın Akhisar'a gelip tütün fiyatlarını açıklamasını beklemeye koyuldular. Çünkü hep öyle olurdu. Tekel Bakanı uzun bir nutuk atar arkasından tütünün kalitesine göre fiyatlarını açıklardı. O gün üreticiler Tekel Bakanı'nı boşuna beklediler. Çünkü bakan herhalde üreticilerin karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Tütün fiyatlarını İzmir merkezinde basın açıklaması yaparak duyurdu.
İşte bu durumu Tekel'in balkonuna çıkan memurdan öğrenen üretici tütün fiyatlarının da çok düşük olmasıyla iki defa ertelenip üçüncü de düşük tütün fiyatlarının İzmir'den duyurulması hazır bomba haline getirilen üreticilerin patlamasına yol açtı. İstanbul- İzmir karayolunu kapattığı gibi Ankara-İzmir demiryolunu da trafiğe kapattı. İşte o gün Maliye ve Gümrük Bakanı olan Ekrem PAKDEMİRLİ Akhisar'da ne oluyor sorusuna “Onlar üretici değil anarşistler.” Demişti. Şimdi Başbakanın ve yazıcının dediklerine kızan Tekel işçilerine şunu söylüyorum. Sizin yan yana gelip yatmak istemediğinizi biliyoruz ama onlar neo-liberal politikacılar yalan söylemek zorundalar ve demagoji yapmak zorundalar. Çünkü onların özgürlüğü yok, vicdanları da yok. Onlar için Dünya Ticareti Örgütünün belirlediği ilkeler var, Dünya Bankasının istekleri var. Dünya Bankasından gelen hükümete bakan olan Kemal DERVİŞ “ 15 günde 15 yasa çıkacak!” dedi. 15 günde 15 yasa çıktı. Şeker, tütün ve Telekom ne olursa olsun. Ne oldu 600 bin tütün üreticisi, 40 bin Tekel işçisi mağdur olacakmış. Bir o kadar şeker pancarı üreticisi ve şeker fabrikalarında ki işçiler mağdur olacakmış olsun. Amerika Birleşik Devletlerinde ki mısır tatlandırıcılığıyla uğraşan birkaç şirket “serbest piyasa” kuralları gereği pazarımızda yer buluyor Philips, Morris, Bal, Japon Tabocco gibi tütün Tekelleri pazarımızı serbestçe ele geçiriyor. İşte kapitalizmin kuralı bu borsalar onlara göre canlansın yeter.
Canım kardeşim neo-liberal hükümetler (Anap hükümeti, DYP, DSP, MHP, ANAP Koalisyonu) hep Tekel zarar ediyor görüntüsü yaratmak için tekelde hep eski teknoloji ile üretime devam ettiler. Yeni teknoloji bilerek getirmediler. Amaç Tekel zarar ediyor özelleştirelim kurtulalım demekti. Ama Tekel hiçbir zaman zarar etmedi. Bu günkü duruma geliş o günlerde hızlanarak başladı. Ne derlerse desinler sizin güvenceli bir gelecek istemek hakkınız. Kazanılmış haklarınızı korumak için yaptığınız direniş; işçi sınıfına direnmeyi ve sınıf dayanışmasını öğretiyor.
Sizin biber gazından kaçarken soğuk suya girmenizi bile şov olarak değerlendiren yazarlar var. Aksi halde gelir kaynakları olan yüksek maaşları kesilir.Sizlerin mücadelesi esnafında çıkarına üreten köylünün de çıkarına bu nedenle sınıf dayanışması bu alanlara da yayılıyor. Dünya işçi sınıfının bilinçli işçileri sizi destekliyor. Her başarı zorlu bir mücadelenin arkasından gelir. Bazı mücadeleler başarıya ulaşamayabilir ama Tekel işçilerinin direnişi umudu ve cesareti geliştiren bir mücadele oldu. Kamu emekçileri, işsizler ve ataması yapılmayan öğretmenler Tekel işçileriyle dayanışma göstererek herkesin hakkı olan güvenceli iş içinde mücadele etmiş oluyorlar. Umuyorum ve diliyoruz nasıl Kavel işçilerinin grevi işçi sınıfına sendikalaşma hakkını getirdiyse, 15-16 Haziran direnişi devlet denetiminde patronlarla işbirlikçi tek sendika dayatmasını püskürttüyse Tekel direnişi de sözleşmeli işçiliği, güvencesiz ve esnek çalışma yasalarını ortadan kaldırır.
Ne olursa olsun bu mücadelede yer alanlar haksızlığa boyun eğmedikleri için çocukların karşısında yarınlarda mahcup olmayacaklar. Onlar bugün ekmek mücadelesini verirken çocukları için ve gelecekleri için mücadele ediyor.
Güvenceli iş için mücadele edenlere, işsizlikten şikâyet edenlere “Herkesin işi mi olacak, herkes iş bulacak diye bir kural mı var?”diyen Başbakan,  4/C inat etmesi nasıl sendikasız ve güvencesiz çalıştırmak işlerine geliyor. Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanlarında güvenceli iş için emekçilerin üretiminde söz ve karar sahibi olması da işçi çıkarına uygundur. Bu amaçlar için mücadelede işsizlerin, emeklilerin, küçük üreticilerin, kamu çalışanlarının mücadelesi emekçilerin birleşik mücadelesine doğru gelişiyor. Bu sınıf hareketinde Kürt, Türk, Laz, Alevi, Suni hepsi beraber yürüyor.                                                                                  
Selam olsun direnenlere…
YAŞASIN SINIF DAYANIŞMASI!  

Akhisarlı Tekel direnişçilerinin Ankara'daki resimleri…





8 Şubat 2010 Pazartesi

Esnaflarımız Yüzünü Sola Dönmeli Ve Kulak Vermelidir


Esnaflarımız Yüzünü Sola Dönmeli Ve Kulak Vermelidir


 Oda seçimlerinin hemen hemen yarısına geldik. Biri hariç seçim sonuclarında değişen bir şey yok. Aynı tas aynı hamam misali sonuçlar ortada duruyor. Toplumumuzun tüm kesimleri tarafından yönetim anlayışlarından doğan sonuçlarını yaşamaktayız. Sorunların yönetme yönteminden doğduğunu defalarca bu köşede dile getirdim. Oysa ne yöneticiler tarafından ne de genel kurul üyeleri tarafından algılanmadı. Küçük esnaf ve sanatkârların ciddi sorunları var. Bu sorunları yukarıdan aşağıya çözmek mümkün değildir. İçe dönük sorunların nedenlerini ve sebeblerini iyi analize ederek çözüm üretmeliyiz.Bu demokratik anlayışla asla mümkün görünmüyor. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ilçemizde yaşayan insanlarda da fark ediliyor. Düşünün yaşadığımız ilçenin mahallesinde sosyo ekonomik yapı faklı birazcık merkeze yakın bölgelerde farklı tam merkezde daha farklı oluşmakta olduğunu görüyoruz.

Ekonomik dengesizlik işsizler kesimi, asgari ücretli kesim, asgari ücretin  %100 üzerinde olan bir kesim ve daha yukarılarda olan diğer ekonomik yapımız var. Liberal ekonomik politikaların yarattığı düzensizlik esnaf ve sanatkârları da çok ciddi sorunlarla karşı karşıya getirmiştir. Bu sorunlardan kurtulmanın yolu çok zordur. 30 yıllık tekelci kapitallerin devleti kuşatarak tüm yaşam alanlarını farklı yönlendirerek sömürmektedirler. Bu yanlış gidişatın nedeni serbest piyasacı ekonomik sistemimizdir. Tekel işçilerinin yıllardan bu yana algılayamadıkları özelleştirme politikaları şimdi geçte olsa aşağıdan yukarıya bir hak talebinde bulunmuşlardır. Esnaf ve sanatkârlarımız da çok geç olmadan aşağıdan yukarıya doğru hak talebinde bulunmak zorundadır. Ama maalesef mevcut oda başkanları ve yöneticiler ile bunu yapmak çok zordur. Hani bir atasözü var “ülkemin insanlarının ya kaçarken ya da … ken aklına gelir.” Yaklaşık 10 yıldır zincir mağazaların esnaf ve sanatkârlarımıza zarar verdiği herkes tarafından fark edilmiştir. Ama altından kalkılmaz bir borçla tüm esnaf ve sanatkârlarımız boğulmaktadır. Sosyal güvencesini ve vergisini ödeyemeyen esnafımız tıkanma noktasındadır. Yaşları 60'a gelmiş çok esnaf ve sanatkârımız emekliliği geldiği halde emekli olamamıştır. Dönem dönem af çıkarılarak 5 ve 7 yıl devlet bankalarından kredi verilerek eski borçları maaşlarıyla 5-7 yıl geri ödeyerek emeklilik hakkı kazanıyor. Düşünün serbest piyasacı sistemin koruyamadığı esnaf ve sanatkârımız 55-60 yaşına gelip hala emeklilik hakkını yaşı ve günü dolduğu halde edinememiştir. Mezarda emeklilik tüm örgütlü yapılar tarafından defalarca protesto edilirken. Esnaf ve sanatkârların yöneticileri ve örgütlü yapıları bu yaşananları izlemiştir. 

Meşru demokratik haklarımız olan sosyal, ekonomik ve toplumsal haklarımızın bir şekilde dile getirip talep etmeliyiz. Ama bu mevcut yapılarla asla mümkün değil. Esnafımız ve sanatkârımız 1950'den bu yana muhafazakâr kesimler tarafından siyasi ve toplumsal yapılardan uzak tutularak (Sen esnafsın siyaset yapma!) devletin tüm kademelerinde yer alarak tüm yasaları kendi lehlerine çıkarıp şimdilerde Tüsiyatçı ve Müsiyatçı olarak karşımıza dikilip çok ciddi güç olmuştur. Bu güne kadar esnaf ve sanatkârlarımızın oy deposu olduğu sağ ve muhafazakâr yapılardan uzak durup yüzünü sola dönmeli ve kulak vermelidir.
           

13 Ocak 2010 Çarşamba

2010'da Esnaflara ait felsefemizi yeşertmeliyiz.


2010'da Esnaflara ait felsefemizi yeşertmeliyiz.

Ben siftah yaptım komşum yapmadı anlayışı.

1954 yılından bu yana esnaf ve sanatkârlar dernekleşerek mesleki olarak örgütlenmelerini tamamlamıştır. Beraberinde, ekonomik ayağı olan esnaf kefalet kredi kooperatifleri de oluşmuştur. Küçük esnaf ve sanatkâr 1980'e kadar ülke burjuvasının(zenginler) tekelleşmesinden çok fazla zarar görmemiştir. 1980 sonrası gelişen serbest piyasacı, neo-liberal ekonomik politikaların etkisi altına girerek 1994 yılında 5 Nisan kararları ile ciddi bir darbe almıştır.

Dünya çapındaki tekelci kapitallerin “Gümrük Birliği Anlaşması” ile ülkemizin ekonomisini kendilerinde tekelleştirerek 2001 krizinde ise ciddi bir sorun yaşamışlardır. Tekelci kapitallerin ekonomik doyumsuzluğu, küçük esnaf ve sanatkârları ekonomik bunalımın içine sokmuştur. Son 10 yıl esnaf ve sanatkâr için çok sancılı geçmiştir. Sancılı geçmesinin sebebi, dünyada ve ülkede gelişen ekonomik politikalardır. Yukarıdan aşağıya gelişen yok etme politikasına karşılık, bizler aşağıdan yukarıya var olma mücadelesini vermeliyiz. Serbest piyasacı ekonomik anlayışın, ticari ve mesleki ahlakını yok ettiği için eski dayanışma ve yardımlaşma felsefemizi tekrardan hayata geçirmeliyiz. “Ben siftah yaptım. Komşum yapmadı.” Anlayışı ile hareket ederek birbirimiz için yaşamalıyız. Bencilce davranmanın hiçbirimize faydası yoktur. Çünkü el emeği ile geçinen esnaf ve sanatkârlar kesiminin sermayeye dayalı gücü yoktur. Sermayeye dayalı güçlere karşı birlik olup örgütlenmezsek günün birinde teslim olmak zorunda kalırız.

Alışıla gelmiş yönetim anlayışlarını muhakkak değiştirmeliyiz. Kendi başına üyeleri adına karar almayı terk edip. Birlikte karar alma ve yönetme anlayışını yaşatmalıyız. Doğrudan katılımcı demokratik yöntemlerle yönetme anlayışını paylaşmalıyız. Esnafların ve sanatkârların çektiği sıkıntıların bir nedeninin de yönetim anlayışlarından kaynaklandığını düşünüyorum.

Perakendeci esnaf kesimimiz, el emeğiyle geçinen esnaf kesimimiz ve hizmet sektörümüz olan esnafımızla ortak çıkarlarımızı dayanışma ruhunu geliştirerek hayata geçirmeliyiz. Demokrasinin gereği olan seçimlerimiz vardır.

Akhisar'ımızda 14 esnaf ve sanatkârlar odaları var. Bu yılın Ocak, Şubat ve Mart aylarında 4 yıllık yetki alma ve yönetme seçimleri vardır.

Mevcut oda başkanlarınla ve yönetimleriyle yürümeyeceğini düşünmekteyim.Çünkü aşağıdaki esnaf kesiminin hiç bir sorunuyla ilgileri yok.Yukardan aşağıya yönetilen bir yapıları var.En büyük HOCALARIDA birlik başkanı olan kişidir.Her kongrede divanı iyi kullanarak üyeleri farklı yönlendirerek kullanacakları başkanları ve yönetimleri seçmekteler.Bundan sonraki seçimlere girecek odalara bir uyarım olsun.Divan seçimini çok iyi yapın.

Muhalefet çıkararak seçim dönemlerini bir araç olarak kullanabiliriz. Kazanmamış olsakda tüm esnaf ve sanatkârların kulaklarına kar suyu kaçırmalıyız.  

 Yeni yılda tüm esnaf ve sanatkârların haklarının, savunulduğu bir yönetim anlayışına kavuşmasını dilerim.

1 Aralık 2009 Salı

AKP Hükümeti! 25 Kasım Grevini Hak Ettiniz.


AKP Hükümeti ! 25 Kasım Grevini Hak Ettiniz.


KESK, Türkiye Kamu Sen, Eğitim-İş 25 Kasım'da sınıfsal dayanışma içerisinde ortak taleplerini dile getirdiler. 25 Kasım sabahı saat 10.00'da toplanma yeri olan Öğretmen Evi farklı bir gün yaşadı. Saat 11.00'de yapılacak basın açıklaması için Öğretmen Evi'nden çıkılarak 3'lü 4'lü kortejler halinde Tahir ÜN Caddesinden sol kaldırımdan alkışlı protestolar eşliğinde basın açıklaması yapılacak olan Özgürlük Meydanına (tekel binası önü)  ulaşıldı. 3 kamu sendikaları konfederasyonunun birbirlerine verdikleri destek sınıfsal talepleri ön plana çıkardı. KESK' e bağlı sendikaların 12 Eylül sonrası sendikasızlaştırmaya karşı verdiği mücadelenin 25 Kasım'da da ilk basın açıklamasını Özgürlük Meydanında tüm halka taleplerini dile getirdi. Hükümete karşı ana teması olan “bu grevi hak ettiniz” adlı basın açıklaması çok kitlesel olmasa da ortak alınan grev için ilk adım başarılı oldu. Sendikaların farklı siyasal yapılardan olmaları ortak taleplerini dile getirmek için bir engel olmadığını göstermiş oldular. İkinci basın açıklaması saat 12.00'de eski belediye binası önünde Türkiye Kamu Sen tarafından yapıldı. Farklı dil kullanılarak tüm toplumu ilgilendiren talepleri dile getirdiler. Üçüncüsü saat 13.00'de İş Bankasının karşısında şadırvanın bulunduğu yerde emekli öğretmen Şükran AYAR Parkında Eğitim-İş tarafından yapıldı.

Üç kamu sendikaları konfederasyonunun ortak basın açıklaması diye ortaya koyduğu talepler tüm toplumu ilgilendiriyordu. Kamu sendikalarının dışında işçi, çiftçi, esnaf ve sanatkâr, emekli, işsiz tüm toplumda ezilen insanların ortak talepleriydi. Farklı kimliklerden ve inançlardan olan sendika temsilcileri ortak paydaları olan “Hak verilmez, alınır.”mantığı içerisinde küçük de olsa bir adım attılar. Dünya'da ve ülkemizde yaşanan krizlerin sebebi olan kapitalistlere karşı ezilenlerden doğru sınıfsal mücadelenin gelişmesi gerekiyor. %10 gibi küçük bir zümrenin tekelci zihniyeti dünyayı kasıp kavuruyor. Ayrışmamıza neden olan kimliksel ve inançsal nedenler olmadığını iyi irdelememiz gerekiyor. Dönem dönem alevi-Sünni, dönem dönem Türk-Kürt, dönem dönem laik- anti laik cepheleşmesine karşı emek sermaye ezen ezilen sınıfsal bir hattın oluşmasını sağlamalıyız. Çözümün konumları solda olan ama maalesef inanç ve kimliksel ayrışmalardan dolayı sağ partilere oy verenlerde olduğunu düşünüyorum. Türk sermayesiyle Kürt sermayesi arasındaki fark nedir? Hristiyan Müslüman sermayesinin arasında ne fark var? En önemlisi de ülkemizi yönetenlerin 10 yıl öncesine kadar TÜSİAD vardı. Şimdi ise hükümetin desteğini alan MÜSİAD oluştu. TÜSİAD ve MÜSİAD arasındaki fark ise birinin uçak ile Mekke'ye namaz kılmaya gitmesi, diğerinin uçak ile Avrupa'ya kuaförüne gitmesidir. Bu egemenlere karşı tüm sınıfsal mücadelenin (Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi, Yugoslavı, Bulgarı, Alevisi, Sünnisi, Hristiyanı, Müslümanı, başı açık, başı kapalısı) yani farklı kimliklerden farklı inançlardan olan emekten ezilenden doğru sınıf mücadelesinin oluşmasıyla yaşanabilir bir dünya, yaşanabilir bir ülke mümkün…
Yaşasın örgütlü mücadele! Yaşasın sınıf dayanışması!