23 Ekim 2009 Cuma

Barışı Bütünlemek İçin Bir Arada Yaşamı Savunmalıyız


Barışı Bütünlemek İçin Bir Arada Yaşamı Savunmalıyız


  Barış ortamının oluşması için iklimin uygun olması gerekiyor. Bir ortam -20 derece soğuk olursa üşüme ve rahatsız olmayı yaşarız. Ilıman, sıcak ve pozitif ortamın oluşması için 30 yıldır ama Kürt ama Türk tarafı yaşanan soruna hep negatif baktı. Üzülmemek, her akşam ekranların başında kahrolmamak, anne babaların acı çekmemesi ve çocukların öksüz kalmaması için iklimin barışçıl havasının oluşması için çaba göstermeliyiz. Çözümün nereden geldiği, nasıl oluştuğunun barış için önemi olmasa gerekir. Savaş, ölüm, kan, zulüm, hüzün ve mutsuzluk yoksa desteklenmelidir. Sorunu yaşayan ülkemizin insanlarının ortak çıkarları ve ortak mutluluğunu yaşamak için ülkemizin siyasi aktörlerinin bu konuda rol üstlenmesi gerekiyor. Çözümün arkasında ABD ve AB varsa çözüm ülkemizin insanlarının çözdüğü çözüm olmayacaktır. Ortadoğu yer altı kaynaklarının emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda bu sorun çözülme aşamasına girmişse asla bunun yeterli olmadığı gerçek anlamda barışçıl bir ülkede yaşamak için bir arada yaşamı savunmalıyız. Ne ABD, ne AB, ne Talabani, ne Barzani, ne Fethullah, ne Nakşibendî güdümünde çözülmelidir. Eğer çözüm bu arayışlar içerisinde olacaksa gelecekte ezilen halklara hiçbir faydası olmayacaktır. Sorun birbirini kabul etmeme sorunu ise birbirimize saygılı olup birbirimizin varlığından rahatsız olmamalıyız. Birbirimize bana benzeyeceksin dayatmasında bulunmamalıyız. Bunun sağlanması için hukuksal haklar da oluşturmalıyız. Yani 1982 anayasasını tümüyle kaldırarak yerine çok kimlikli, çok kültürlü ve çok inançlı bir anayasanın siviller tarafından hazırlanması gerekmektedir.

            Tüm halkların sosyal, toplumsal, ekonomik, siyasi ve demokratik haklarını verebilen bir devlet saygılı bir hükümet şarttır. Aslında yaşanan tüm sorunların altında pastanın paylaşımı vardır. Pastanın paylaşımı da sınıfsal talepler, bilinç ve mücadele ile olmalıdır. Sermayenin dünyada ve ülkemizde açgözlülüğünden çıkan sorunlardır. Düşünün bir ülkede 19.000 milyoner ve milyarder zengin vardır. Düşünün ilimizde 2008'den beri yaşanan krizden halk, işçi, çiftçi, esnaf ve sanatkâr bir o kadar yoksullaşırken ilçemizdeki kapital bir o kadar zenginleşmiştir. Ülke sıralamasında ciddi yerlere tırmanmıştır. İlimizde ve ilçemizde yaşanan işsizlik insanları mağdur etmiştir. İşsiz kalmalarına sebep olmuştur. Halk fakirleştikçe ilimizde ve ilçemizde olan kapitaller basamak atlayarak zenginleşmiştir. Gerek 24 Ocak, gerek 5 Nisan, gerek 2001 Şubat ve gerek ise 2008 krizleri halkı bir o kadar fakirleştirmiştir. Zenginler bir o kadar zenginleşmiştir.

            Dünyada ve ülkemizde yaşanan savaşların huzursuzluğu ve umutsuzluğunun altında bu sebepler vardır. Yaşanabilir bir dünya, yaşanabilir bir ülke, yaşanabilir il ve ilçe kurmak için sayısal çoğunluğumuza güvenerek sınıfsal mücadele ilmesini yükseltmeliyiz. Emperyalist ve kapitalist hattının ülkemizdeki temsilcileri olan ulusalcı, milliyetçi, liberalci ve dinci iki cepheye karşı emek cephesinin oluşması şarttır. Hattın antiemperyalist ve antikapitalist cephenin oluşması sınıfsal bilincin ve sınıfsal mücadelenin verilmesi gerekmektedir. Barış için yaşanan ortamın ısrarcılığını yapmak bunun sağlanması için tüm pozitif ortamı sağlamalıyız. Bölünmemek için bütünlemek, barış için bir arada yaşamı savunmalıyız.

            Not: Son yaşanan ortama solduyuyla yaklaşmak sorunun çözümünde mutlu günlere katkı sunarak BARIŞ ORTAMININ TOPLUMSALLAŞTIRMANIN KANALLARINI AÇMALIYIZ. Çünkü bu güne kadar savaş ortamından beslenenler ve ırkçılık yapanlar kazandı…  

     

19 Ekim 2009 Pazartesi

Akhisar Belediyesinin 2008 2009 2010 Bütçesi


Akhisar Belediyesinin 2008 2009 2010 Bütçesi


 Akhisar Belediyesinin bütçe dağılımı konusunda çok detaylı bilgiye sahip değilim. 2009 yerel seçimlerinde ortaya atılan bütçenin çarçur edilerek harcandığını muhalif kesimler tarafından belgelenerek ortaya serildi. Çok ilginç 3 birimin harcamaları dikkat çekti. 2008 yılında eğitim için ayrılan bütçe 44 milyardı. Halkla ilişkiler ve basın yayın biriminin harcadığı para 2 trilyon 350 milyardı. 2010 yılı tahmini bütçesi Kasım ayındaki meclis toplantısında geçti. Halkla ilişkiler ve basın yayın için 1 trilyon 80 milyar ön görüldü. Düşünün, 2008 yılında ne kadar harcanmış? 2010 yılında 1 trilyon 270 milyar fark neyin farkıdır? 2 yıl önce 2 trilyon 350 milyar, 2 yıl sonra 1 trilyon 80 milyar…2009 yılı için 2008 yılında 2 birim ile ilgili ön görülen bir rakam yok. Arşivlere baktığım kadarıyla, 2009'da ön görülen bütçe ayrılmamış. (www.akhisarhaber.com sitesinin arşiv bölümüne belediye bütçesi linkine girdiğinizde görebilirsiniz.)

2009'un ilk üç ayı seçim atmosferi içerisinde geçti. Yani mevcut AKP iktidarının seçimi kazanmak için keseyi açtığını düşünüyorum. Oda sanırım Aralık ayının ilk haftasında belediye meclisinde görüşülerek netliğe kavuşacak. Acaba AKP iktidarı 2008 yılında 2 trilyon 350 milyar harcadığı birimlere 2009 yılında ne kadar harcadığını bekleyip göreceğiz. Seçim sonrası eski yazımlarımda belirttiğim gibi seçimi haksız rekabet yapanlar kazandı.(2 trilyon 350 milyar harcandı. Pirinç, kömür ve makarna dağıtıldı.14 bin yeşil kartlının listesi neden alındı? Neler yapıldı?)

Sayın adaleti olmayan akraba ve yandaşlarını kalkındırma partisi, seçimi kazanmak için halkın ekonomisini yok etmek vacip midir? Önümüzdeki dönem su paralarını % 8 zam ile karşılayacağız. Yine Kasım ayı belediye meclis toplantısında eski aslan sosyal demokrat şimdi AKP'lilerden daha çok AKP'li çiçeği burnunda meclis üyesi su paralarının zam komisyon başkanı Ruşen ÜREN yapılan zammı savundu. Sanki pazarcı esnafının oda başkanı değil fabrikatör sahibiymiş gibi zammın olmasını diretmiştir. O kadar güzel bir komisyonun başına getirilmiş yeni siyasi davranış biçiminin en önce savunucularından olmuştu. Eee kolay değil yerinin sağlamlaştırmak. Ülkede ve dünyada yaşanan ekonomik krizden hiç mi haberiniz yok? İşsizliğin arttığı, daralmanın 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan en ağır ekonomik daralma olduğunu bile bile suya % 8 zam yapıyorsunuz. Oysa bir yıl içerisinde faize aktarılan para ve stokları eritmek için KDV'den sıfır vergi alındı. SSK prim ödemeleri üstlenildi. Dolaylı yoldan sermayenin cebine 100 milyar dolar para aktardınız. Oysa SSK primlerinin üstlenmesi işsizliğin artmaması içindi. Sermayenin stokları eritilerek istihdam yaratılmadı. Ülkede daha çok işsizlik çoğalmıştır.

Emekliye % 2,5 zam yaptınız. İnsanların sağlık güvencesi olduğu halde sağlık ocaklarından 2 TL, hastanelerden 8 TL ücret talep ettiniz. Gerek SSK gerek Bağ-Kur gerekse emekli sandığını sosyal güvenceleri için alınan paranın bir bölümü sağlık masrafları için kesilmiyor muydu? % 8 suya zam, % 2,5 emekliye maaş artışı buna karşılık emeklinin en çok ihtiyaç duyduğu sağlık harcamalarına zam yaptınız. Kaşıkla verip kepçe ile geri istiyorsunuz. Bir de hizmet vermemiz için su paralarına zam yapmak zorundayız diyorsunuz. Neden her kriz olduğunda hiç suçu olmayan halk faturayı ödüyor? Krizin faturasını zenginler ödesin. Halka hizmet vermek için sermayeden servet vergisi talep edebilirsiniz. Esnafın, çiftçinin, işçinin, işsizin ve emeklinin verecek bir şeyi kalmadı. Dolaylı yollardan hastane kapılarında sağlık harcamalından dolayı belki canını alabilirsiniz. Ama sanıyorum bu halk bir gün ayağa kalkıp dirilecek ve canına ve yaşamına kastedenlerden hesap soracak.

16 Ekim 2009 Cuma

Akhisar Belediyesinden Yapılan Basın Açıklaması Üzerine.


Akhisar Belediyesinden Yapılan Basın Açıklaması Üzerine.
16.10.2009

Akhisar halkın kaynaklarının kendileri ve yandaşları için kar alanı haline getirilmesinin önemli bir göstergesidir. Akhisar belediye sarayı.yani kaynakların halkın ihtiyaçları için değil kendilerinin ve yandaşlarının zenginleşmesine olanak sağlayacak alanlarda sorumsuzca harcanmasıdır. AKP iktidarı ve AKP belediyeleri soygun ve yolsuzluk politikalarının devamı için halkın demokratik katılımının söz ve karar hakkının kabul etmediği bir yönetim anlayışının siyasi savunucusudur. Tamiratı firmanın teminatıyla yapacağız diyenler: harcanan kendi paraları ve servetleri olmadığı sürece harcanan hiçbir paradan rahatsızlık duymamaktadır.

Bu anlayışı anlamak bundan sonra yapılacaklar karşısında nasıl bir  tutum takınanacağımızı ortaya çıkarmak açısından önemlidir.

Özellikle Akhisar şehir stadı ve kapalı spor salonu alanı için belediye meclisinden yetkilendirme aldıkları şu günlerde daha duyarlı olmalıyız..Bu alanın Akhisarlıların çıkarlarına ters düşen bir yer haline gelmemesi için demokratik katılım hakkımızı mutlaka kullanmak zorundayız. Bizler söz söyleme ve kararlara katılma hakkımıza sahip çıkmazsak burasını büyük MARKET gruplarına peşkeş çekecekler.Buda Akhisar esnafının yok oluşu demek olacaktır.

Bu konuyu tekrar ele almak üzere bırakıyorum.

Belediye başkan yardımcısına belki sorumluluklarını hatırlayabilir amacıyla bazı sorular sormak istiyorum.

Çok yüksek trilyonlara mâl olan ve büyük bir servet harcanarak yapılan belediye sarayı neden belediyeye gelir getirecek bir yapı olarak planlanmadı?

Binanın yapımı için alınan kredinin koşulları nedir?

Binanın yapım aşamasında ve tesliminde bir kontrol firma yokmuydu?

Binayı yapan firma hangi kanalla bu işin sahibi oldu?

Mezbaha inşaatında belediyenin üzerine  maddi bir külfet bırakıp giden bu firma yine neden tercih edilmiştir?

Binanın mobilya ve mefruşat alımı nasıl gerçekleşmiş ve hangi firma vermiştir?

Bu sorulara cevap verip vermiyceklerini bilmiyorum.ama bildiğim bir şey var.Bu halk kendini yoksullaştıran ve sadakayla yaşamaya mahkum eden bu anlayışla bir gün mutlaka hesaplaşacaktır.

8 Ekim 2009 Perşembe

Dünya Bankası ve IMF ye ayıp mı oldu? Sorunun cevabını öğrenmek için yazının sonunu bekleyelim.


Dünya Bankası ve IMF ye ayıp mı oldu? Sorunun cevabını öğrenmek için yazının sonunu bekleyelim.
08.10.2009

Dünya Bankası ve IMF yöneticileri ülkemizde ikinci kez toplanıyorlar ilkini de yanılmıyorsam 1954'de yapmışlar. İki toplantı yaptıkları başka hiçbir ülke yok.
Bu toplantılarda bu kurumlar Dünya Kapitalizminin işleyişiyle ilgili stratejik kararlar alırlar.

Bu kurumların işlevini anlayabilmek için ülkemizde ilgili uygulamalardan bazı örnekler vereceğim.


 Ülkemiz Osmanlı imparatorluğundan kalan borçlarını Cumhuriyet hükümetlerinin programlarıyla adım adım ödenerek 1950'li yıllarda sıfırlanmıştır. Borçu sıfırlamanın yanında Devlet SÜMERBANK, şeker fabrikaları, Çay-Kur, TEKEL Ziraii Denetim ve Donatım kurumu,(KİT) leri yaratmışlar. Türkiye'miz bu dönemde kendi ürettiğini tüketen korumacı ağırlıklı olarak kapalı bir ekonomik model uygulanmıştır.

İşte böyle bir dönemden sonra 2. paylaşım savaşının arkasından ortaya çıkan IMF ve Dünya Bankası savaşta ağır tahribata uğramış ülkelere ve Pazar ekonomisinin gelişmediği ülkelere kredi vermeye başlarlar Kredi alabilmenin koşulu emperyalistlerin hammadde ihtiyaçlarını ve pazarı olanaklarını genişletmektir.

 Ülkemizde bu dönemde MARSHALL yardımları alır. Zamanın hükümeti her mahallede milyarderler yetiştireceğiz dediği dönemde artık Vehbi KOÇ'LAR emperyalistlerin mallarını pazarda pazarlayan acente olmaktan çıkıp; onların teknolojilerini, patentlerini, isim haklarını satın alarak üretimi ülkemizde gerçekleştirirler. Ucuz işçi ve hammadde emparyal güçler için avantajdır.


 IMF'nin buradaki rolü pazarı aksatmadan genişletmektedir. Borçların geri ödenmesini sağlamaktır. Sadece kurum kendi verdiği borçla ilgilenmiyor, özel sektörün bir, başka ülkenin tekelci sermayesine de borcu varsa bunların da ödenmesini takip ediyor. Örneğin 2001 krizi yaşandığı günlerde zamanın hükümet başkanı Ecevit “özel sektörün tüm borçları hükümetin garantisi altındadır.” Açıklamasını yapmış ve holdinglerin dış borçlarını ödeme kararı almış ve de IMF 10,5 milyar dolar krediyi serbest bırakmıştı.


IMF'nin bize aldırdığı en önemli karar 24 Ocak 1980 kararlarıdır. Bu kararlar demokratik ülkelerde uygulanmaz diyen Ecevit haklı çıkmış. Zamlara, ücretleri düşük tutmaya, taban fiyatları IMF istediği düzeyde tutulmasına halk muhalefeti nedeniyle Demirel hükümeti kurumunun direktiflerine harfiyen yerine getirememiştir. Yönetime el koyan 12 Eylül generalleri Turgut ÖZAL'I başbakan yardımcılığına getirerek ekonominin direksiyonunu teslim etmişlerdir. Özal “12 Eylül olmasaydı bu ekonomik programın neticelerini alamazdık.”diyerek bu kurumun direktiflerinin halka açık bir zülüm uygulayan yönetim gerektirdiğini itiraf etmiştir. Şimdilerde de Honduras'ta darbeci hükümete 164 milyon dolar kredi açmıştır. Darbeci hükümeti açıkça meşru gören iki tane hükümet yok. İMF kredi verebiliyor. Onun derdi küresel sermayeni pazarı genişlesin gerisi önemli değil.
 Bugün ne durumdayız? AKP Özal'ın açtığı yoldan her şeyi özelleştirdi. Borç 500 milyar dolarlarda bütçede en büyük kalem faiz ödemelerine ayrılıyor 2009 bütçesi faiz ödemesi 50 milyar dolar seviyelerinde. Bu parayla 5 milyon işsize üç yıl süreyle işsizlik ödeneği verilebilir. Gerçek işsizlik 6 milyonun üstünde halan kaynaklar issizlik fonundaki kaynaktan bile hukuksuz biçimde hükümet sermayeye kaynak aktarıyor. İşsizlikle ilgili İzmir de soru soran gençlere Başbakan her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kural mı var? Yahut bütün halk iş güç sahibimi olacak diyebiliyor. Ali BABACAN, kemerleri sıkacağız diyerek halkın hak aramasının önünü kapatmak istiyor.
 
 İşte böyle bir ortamda İstanbul'da İMF başkanı konuşurken atılan ayakkabı aslında sadece IMF'Yİ incitmemiş başbakanı da küresel ekonominin işbirlikçilerini ve onların kalemşorlarını de ders vermiştir. İMF nin ekonomik yaptırımlarına karşı direnen işçilerin, işsizlerin, örgencilerin ve yoksul köylülerin mücadelesinin önünü açan eylemden dolayı GENÇLİK MUHALEFETİNİ kutluyorum. Selçuk ÖZBEK 'in eline sağlık diyorum.





2 Ekim 2009 Cuma

Ekmek Bulmakta Zorlananlar Ne Yapsın?


Ekmek Bulmakta Zorlananlar Ne Yapsın?


 Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) girişimiyle  “EVE KAPANMA PAZARA ÇIK” reklam kampanyası birkaç ay devam etti. Kampanyayı yürütenler korkmayın, paranızı harcayın ekonomiye can gelsin diyorlardı. Burada yatan mantık insanlar gelecek korkusuyla ileride güç durumda kalmamak için paralarını harcamıyorlar tasarruf ediyorlar. Bu nedenle de ekonominin canlanmasını engelliyorlar.

İkinci dalga reklam kampanyasında “ ALIN VERİN, EKONOMİYE CAN VERİN ” sloganıyla tanınmış simalar reklamlarda sakız alın, simit alın, çiçek alın ki krizin son etkileri de bitsin, diyebiliyorlar. 

Bu reklamı yapanlara şunu sormadan edemeyeceğim. Sizin bahsettiğiniz reklamdan aldığınız parayı asgari ücretle çalışan işçi kaç yılda alabilir? Asgari ücretle çalışan bir işçi ekmeği zor alırken çiçek nasıl alsın?

Üstelik resmi rakamlara göre ülkemizde 3 milyonu aşkın gerçek rakamlara göre de 6 milyona yakın işsiz varken bu reklamlar ne kadar etkili olur. Ekonomi nasıl canlanır. Ekmeği zor bulan insanlara çiçek al demek bir zamanlar “Ekmek bulamıyorsa pasta yesinler” diyen kraliçeden daha anlamsız söylemde bulunmaktadır.

Ekonomiyi canlandırmak için kaynakları sermayeye değil yoksul insanlara “yurttaşlık geliri” verilmelidir: Bu geliri alan anne çocuğuna süt alır, giysi alır, okul harçlığı verir.

İşten çıkarılanlar işsiz kaldığı sürece işsizlik ödeneği alabilseler, bu parayı yastık altına filan koymazlar. Zorunlu ihtiyaçları için harcarlar. 

İşsizlik fonunda biriken 42 milyar bu ödenekleri vermeyi mümkün kılıyor ama AKP hükümeti bu parayı işçilerin yararına değil işverenlerin yararına kullanmayı yeğliyor.

Reklamcılarımızda bu gerçekleri görüyorlar ama söyleyemiyorlar. Çünkü küresel sermeye bu tür uygulamaları görmek, duymak istemiyor. Emekçilerden yana bir ekonomik programın önemli halkalarından biriside kamusal yatırım seferberliğidir. Buna da kabası serbest piyasa (NEO-LİBERAL) politika olanlar ne derse desin yoksul halklar İMF ve Dünya Bankası kurumlara mahkûm değildir. Bugünlerde İstanbul'da toplanan İMF ve Dünya Bankasının politikalarına karşı sokaklar ısınmaktadır. İşsizler haksız yere işten atılanlar tarım alanının çöküş nedeniyle mağdur olanlar, çaresiz değildir. Başka bir dünya ve başka bir türkiye mümkündür.

       

     

Ekmek Bulmakta Zorlananlar Ne Yapsın?


Ekmek Bulmakta Zorlananlar Ne Yapsın?


 Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) girişimiyle  “EVE KAPANMA PAZARA ÇIK” reklam kampanyası birkaç ay devam etti. Kampanyayı yürütenler korkmayın, paranızı harcayın ekonomiye can gelsin diyorlardı. Burada yatan mantık insanlar gelecek korkusuyla ileride güç durumda kalmamak için paralarını harcamıyorlar tasarruf ediyorlar. Bu nedenle de ekonominin canlanmasını engelliyorlar.

İkinci dalga reklam kampanyasında “ ALIN VERİN, EKONOMİYE CAN VERİN ” sloganıyla tanınmış simalar reklamlarda sakız alın, simit alın, çiçek alın ki krizin son etkileri de bitsin, diyebiliyorlar. 

Bu reklamı yapanlara şunu sormadan edemeyeceğim. Sizin bahsettiğiniz reklamdan aldığınız parayı asgari ücretle çalışan işçi kaç yılda alabilir? Asgari ücretle çalışan bir işçi ekmeği zor alırken çiçek nasıl alsın?

Üstelik resmi rakamlara göre ülkemizde 3 milyonu aşkın gerçek rakamlara göre de 6 milyona yakın işsiz varken bu reklamlar ne kadar etkili olur. Ekonomi nasıl canlanır. Ekmeği zor bulan insanlara çiçek al demek bir zamanlar “Ekmek bulamıyorsa pasta yesinler” diyen kraliçeden daha anlamsız söylemde bulunmaktadır.

Ekonomiyi canlandırmak için kaynakları sermayeye değil yoksul insanlara “yurttaşlık geliri” verilmelidir: Bu geliri alan anne çocuğuna süt alır, giysi alır, okul harçlığı verir.

İşten çıkarılanlar işsiz kaldığı sürece işsizlik ödeneği alabilseler, bu parayı yastık altına filan koymazlar. Zorunlu ihtiyaçları için harcarlar. 

İşsizlik fonunda biriken 42 milyar bu ödenekleri vermeyi mümkün kılıyor ama AKP hükümeti bu parayı işçilerin yararına değil işverenlerin yararına kullanmayı yeğliyor.

Reklamcılarımızda bu gerçekleri görüyorlar ama söyleyemiyorlar. Çünkü küresel sermeye bu tür uygulamaları görmek, duymak istemiyor. Emekçilerden yana bir ekonomik programın önemli halkalarından biriside kamusal yatırım seferberliğidir. Buna da kabası serbest piyasa (NEO-LİBERAL) politika olanlar ne derse desin yoksul halklar İMF ve Dünya Bankası kurumlara mahkûm değildir. Bugünlerde İstanbul'da toplanan İMF ve Dünya Bankasının politikalarına karşı sokaklar ısınmaktadır. İşsizler haksız yere işten atılanlar tarım alanının çöküş nedeniyle mağdur olanlar, çaresiz değildir. Başka bir dünya ve başka bir türkiye mümkündür.