TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GELİŞİMİ KRİZ 2
Kurtuluş savaşımımızın zaferle sonuçlanmasından sonra kurulan
Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizmden bağımsız bir ekonominin inşasına koyulur.
Ülkede o zaman
feodal bir toplum hâkim, sanayi yok denecek kadar sermaye birikimi elde
etmiştir. Sanayicilik yapacak bir sınıf da yok pazar için üretim çok nadir. Tam
bir köylü toplumun herkes ürettiğiyle yiyeceğini karşılıyor hayvanın yünüyle
giyiniyor etinle sütünle besleniyor yaygın olan bu durumdur.
Cumhuriyet hükümeti
iç tüketime hizmet eden tarıma dayalı sanayi işletmelerini kuruyor. (Et balık
kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Sümerbank gibi.) Bu arada Osmanlı devletinden
kalan borçları da sıfırlar 1940'lı yıllarda ülkemizin hiç borcu kalmaz.
İkinci dünya
(2.paylaşım) savaşına ustalıklı bir diploması yürüterek bu haksız savaşta yer
almamayı başarır.
Bu durum Kamu İktisadi Teşekkürlerinin (KİT) gelişmesine olanak
sağlar.
1950'lere kadar
yıllardır ülkemizde sanayi ile uğraşan büyük burjuvası yoktur. Dışarıdan aldığı
(araba radyo traktör vs. gibi elektrik araç gereçleri ) içeride satan komprador burjuvanı yer alır
yaptığı iş acenteliktir. Ticari faaliyetle para biriktiren burjuvanın üretime
yönetecek kadro, bilgi yoksulluğundadır.
Celal Bayar
Sabancı'ya tekstile yatırım yapmasını önerir.
“Sabancı istediğimi verirseniz olur.” Der. Randevulaşırlar ve Bayar'ın
makamına uğrar. Sabancı, “Celal Bayar ne kadar para isteyecek acaba…” diye
düşünür. “Söyle bakalım ne istiyorsun?” diyen Celal Bayar'a Sümerbank'ın genel
müdürlüğünü istiyorum der Sabancı. Bayar sabancının bu isteğine olumlu yanıt
verir. (Bayar o dönem cumhurbaşkanıdır.) Sümerbank'ın müdürünü alan Sabancı
tekstil faaliyetine başlar. Ülkemizin
önemli hatta en büyük sanayi tesislerine sahip Vehbi Koç'ta sanayiye geçişini
şöyle anlatır. General Electrik'in direktörüyle 1950 yıllarında buluşur 34 dk o
konuştu 11 dk ben konuştum.( Vehbi koç hayatım adlı kitabında bu anısını böyle
anlatır.)
“Sanayiciliğe geçişim buradan sonra başladı.” der.
Komprador
burjuvazi ticari faaliyetlerle elde ettiği sermaye birikimini emperyalist
ülkelerin tekelleriyle ( General Elektrik, Ford, Fiat, Philips vs. )
bütünleşerek sanayi yatırımlarına başlar. Hiçbir araştırma geliştirme bilgi,
marka yaratmadan hazır markalara bilgilere isim hakkı ödeyerek patent hakkı
ödeyerek üretim yapar. Artık komprador burjuvazi tekelci burjuvazi olmuştur.
Üretim bilgisi aramalı hepsi metropol ülke tekeline ait. Ülkemizde ucuz
işgücüyle montaj sanayi gelişiyor tabi ki katma değer düşük olduğu için bu üretim
sonucu da ülkemizde tekelci burjuva metropol dekine göre daha az kazanıyor.
Üstelik bu tür sanayi ürünlerini üretmek için de birçok ara malı ithal etmek
zorunda kalıyor ülkemiz…
Necat
Eczacıbaşı eczacılık faaliyetleriyle kazandığı parayla kimya sanayiyi kurmak
için birçok kimyasal maddenin yanında asıl olarak isim hakkı, patent hakkıda
metropol ülke tekellerine para akıtmak zorunda. Bu yüzden tekelli burjuvası
doğuştan sermaye yapısı itibariyle emperyalist tekellere bağımlı ve zayıftır.
Senin mil yarların trilyonların da olsa teknolojik birikimin yok, bilimsel
araştırma geliştirme yapan kurumların yoksa başkalarına mahkûm olursun. (Bunlar
sermayenin önemli unsurlarıdır.) İçeride üretmek için dışarıya ödeme yapmak
zorundasın. İşte ülkemizde 1950'lerde her mahallede milyoner yetiştireceğim
anlayışıyla emperyalist ülkelerden özellikle de Amerika borçlar alınarak Pazar
ekonomisi geliştirilmiş olursun. Bu yılarda şeker pancarı, üzüm, tütün gibi
ürünler önemli ölçülerde üretilip Pazar ekonomisi geliştirilmiştir. Kapalı
ekonomiden Pazar ekonomisine geçişle bu dönemde kır ve şehir emekçileri
nispeten refah yaşamıştır. Ancak bu ekonomik-politikalar ülkemizi sürekli artan
biçimde borçlanmaya götürmüş 70'li yıllar da 70 cent'e muhtaç olmuş ülkemiz.
1949 lu-50'li yıllarda Çin de feodalizmin hâkim olduğu bir ülkeydi.
1949'lu
yıllarda Ülkede çok az sanayi ve birkaç milyonla ifade edilen işçi sınıfı
vardı. Bugün Çin sanayi ülkesi haline geldi herkes Çin mallarının istilasından
çekiniyor. Ülkemizin cari açığı sürekli büyüyor. Bu yıl ihracat-ithalat
arasındaki denge 50 milyar ithalatın ağır basması yönünde Çin gibi araştırma
geliştirme projelerine önem veren ilkeler borç batağında değil;üstelik
ellerinde döviz rezervi var. Bizim de 500 600 milyar dolar dış borcumuz.
1970'lerde
Dünyada bugün gibi bir kriz yoktu ama 70 çente muhtaçtık 80'lerde de Dünyada da
önemli bir kriz yoktu yazık ki 24 Ocak kararları gündeme geldi.
Ekonomik siyasi
ve sosyal bunalımlar ağırlaştıkça hep askeri darbeler gündeme geldi. Ülkemizde
12 Mart muhtırasını veren generaller neden müdahale ettiniz dendiğinde sosyal
gelişme ekonomik gelişmeyi geçtiği için diye cevapladılar.12 Mart muhtırasının
zorunluluğunu böyle özetlediler. Doğru 68 gençliği özerk üniversite için
ayakta; işçi sınıfı da tek tip sendika dayatmasına karşı Kocaeli den İstanbul'a
kadar her yerde Sel olmuştu. Köylüler Söke ovasında toprak işgalleriyle
seslerini yükseltmişti. Bu uyanış 12 Mart faşizmiyle bastırılmaya çalışıldı.
Evren'de niye
iktidara geldiklerini; “Biz gelmesek Fatsadakiler gelecekti. ” diyerek özlü
biçimde anlatmıştı. Fatsa'da ne vardı ülkede oluk oluk kan akarken kardeşlik
ilişkileri, dayanışma, kendi sorunlarını kendileri hallediyordu ülkede her gün
5-10 kişi ölürken karakolluk mahkemelik bir olay olmuyordu. Adalet partisi
MSP-CHP gibi partilerin yanı Demirellerin Ecevitlerin Erbakanlarının ilçe yönetimleri ortak
açıklamalarında sakın ha Fatsa'ya dokunmayın diyordu.
12 Mart
muhtıracıları Dünya Bankasından Atilla Karaosmanoğlu nu ekonominin yönetimine
getirdiler.2001 de yine Dünya Bankasından Kemal Dervişi getirerek ekonominin
direksiyonunu teslim ettiler aslında bu yol emperyalistlerin ve işbirlikçilerin
ihtiyaçlarına uygun (DTÖ. Dünya bankası ) gibi kurumların kriterlerine
direktiflerine uygun piyasayı onların denetimine sokmaktan başka bir yol değil.
Akhisar'ımızın
gelişimini de bugünkü duruma da bu ekonomik –politikaların gelişimine uygun bu
gerçeği gelecek sayıda göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder